Acâyib-i Âlem (Alemin
ilginç yönleri) Tercümân-ı Hakîkat gazetesinde tefrika olarak derç ve
neşrolunduktan sonra ilk defa tek halde basımı yapılmıştır. Türk Dil Kurumu
basılı eserler listesinde yer alan bu nadide eserin içeriğine bakalım;
Halk nezdinde bir mecnun olan Sipahi, her gördüğü varlığa
aşık olan hiç evlenmemiş tek başına bir adamdır. Sipahi’nin son günlerde de bir
doğa aşkı tutmuş ve herkes dalga geçerek gülmeye başlamıştır.
Evet, Sipahi bu kez de doğaya aşık olmuş derin bir tefekkür
halde doğanın güzelliğini anlatır durur. O doğa aşkıyla yaşarken Sipahi’yi
merak edip onunla tanışmak isteyen Hicabi Efendi Sipahi’yi bulur ve konuşmaya
başlar. Sipahi’nin tefekkür ve anlatımı Hicabi’yi öyle bir etkiler ki artık
aralarından su sızmaz bir arkadaşlıkları olur. Hicabi, karısını, çocuklarını ve
evde biraderini bırakıp gece gündüz Sipahi’yle doğa ve seyyahlık üzerine
sohbetler eder. Bu sohbet o kadar ilerlemiştir ki Sipahi ‘sevenin sevdiğine
kavuşması’ gibi doğaya kavuşmak arzusuyla uzun bir yolculuğa çıkacağını söyler.
Hicabi de beraber gitmeyi teklif eder. Eder ama ailesi bir türlü izin vermez.
Nihayet izin alamayacağını anlayınca gitmek istediğini kesin bir dille
söyleyerek kestirir atar.
İlk yolculukları İstanbul’dan Odessa’ya (Ukrayna’da bir
şehir) gitmek üzere bir vapura binerler. İlk yolculukları odessa'da devam eden
iki arkadaş bize o dönemin Rusya'sı hakkında önemli bilgiler veriyor. Bunlardan
ilki "serre" denilen mevsimdışı botanik yetiştiriciliği işlemidir.
Günümüzde sera olarak anılan bu iş ta o zamanlar Rusya'da varmış. Diğer bir önemli
hususta; Rusların nazik, ve Çelebi adamlar olduğunu yazmış olmasıdır. Ayrıca
Fransızlar gibi yılışık zevzek ingilizler gibi tünd ve abûs değillerdir misali
ile takdirle bahsetmektedir.
Odessa'dan Moskova yolculuk için şimendiferle Balta'ya kadar
gelirler. Balta'dan kara yolu ile gitme planı kurarlarken Rusya'nın ünlü
prensesinin de orada olduğunu öğrenirler. Tabi prensese de iki Osmanlının
şehirlerinde olduğu bilgisi verilir. Prenses bu iki Osmanlı ile tanışmak
istediğini söyler. İki Osmanlı ve prensesin muhabbetleri öyle devam eder ki
Moskova yolculuğuna beraber devam ederler. Yolculuk esnasında konuşmaları da
yine ilginç bilgiler içermektedir. Özellikle Osmanlı harem konusundaki abartılı
yazıların sözlerin o dönemde bile yanlış aksedildiğini görüyoruz. Sayfa 108de
yer alan şu paragraf önem arz ediyor;
“Prenses bir aralık "Bazı kitaplarda haremleri başka
suretlerde gördüm. Haremler bir nevi dünya cenneti imişler. Oralarda edilen îş
ü işret ve sürülen zevk ü safa hiçbir millete makis değilmis diye beyân-ı
mülâhaza edecek olduysa da Suphi dedi ki:
- Türkler kendileri bile yekdiğerinin haremlerine
giremedikleri hâlde acaba o kitapları yazan muharrirler haremlere nasıl
girmişler de bu hâlleri öğrenmişler? İş ü işret bizce şer'an memnu olduğu hâlde
haremlerin bu hâlde bulunmalarına imkân kalır mı?
Prenses- Ya o kadar cariyeler?
Suphi- Onlar zevk ve safa için değil. Hanenin hizmet-i
umumiyyesi içindirler. Avrupa'da "dame d'honneur" ve "femme de
chambre" denilen kadınlardan bed' ile aşçılara varıncaya kadar kadınların
gördükleri hizmetleri bizde hep cariyeler görürler.
Prenses- Odalasak denilen cariyeler?...
Suphi- Evet! Efendi'nin haremi vefat eder veyahut hastalıklı
veya ihtiyar hâline girerse bir cariye istifraş eyler ki bunun dahi nikâhlı
kadından hiçbir farkı yoktur. O kadının doğurduğu çocuklar dahi evlâd-ı
meşrûadandırlar. Bakınız ki bunları yazan muharrirler henüz isimlerini bile
doğru öğrenemeyerek “odalasak" yazıyorlar. Yanlışlık isimlerden başlarsa
nerelere kadar varır?
Hicabi- Milletlerin yekdiğeri hakkında yazdıkları bu gibi
şeye hiçbir vakit mübalâgadan veyahut garazdan salim olamaz prenses! Rus
familyaları hakkında okuduğumuz asar ne kadar doğru iseler Osmanlı familyaları
hakkındaki asar dahi o kadar doğru olabilirler.”
Uzun seyahatler neticesinde Moskova'ya gelen seyyahlar burada
da uzunca bir süre kalırlar. Ahmet Midhat Efendi Ruslar için moskovanın
"Rusların Kudüsü" olduğunu belirtiyor. Burada tarihi yapıların ve
şahsiyetlerin en detaylı geçmişi ve bilgisi aktarılıyor.
Nikolayev'de verilen mola sonrasında prenses yanında İngiliz
bir seyyah olan bayan Haft ile birlikte oturuyordu. Suphi ve Hicabi'yi Haft ile
tanıştırmış ve yolculukları bu şekilde devam etmişti. Prensesten ayrılıp geriye
iki osmanlı bir ingiliz kalmış ve üç seyyah birlikte gezmeye başlamışlardı.
İngiliz bayan Haftt zeki güzel ve bilgili bir kadındır. Klasik Ahmet Midhat
Efendi’nin yabancı bir kadını resmetmesi yine bu eserde de yer almış ve bir
ingiliz kadınının osmanlı kadını kadar terbiyeli ve naif oluşunu neşretmiştir.
Üç arkadaşın yolculuğu Petersburg’a düşmüştü. Oraları
gezmişler ve her gittikleri yerde prensesin misafiri olarak karşılanmışlardır.
Yolculukları batıdan doğuya hatta “şimal”e doğru devam ediyordu. Bugünkü
Antartikaya kadar yol almışlar Tsarskoie-sero’ya kadar gitmişlerdir.
Yolculukları baştan sona gezilen görülen yerlerin tarihi
binalarının, şahsiyetlerin anlatımına ağırlık vermiştir. II.Katerina,Büyük
Petro,Krilof’tan uzun uzadıya anlatılmıştır. Müthiş bir gezi ve yine müthiş bir
detayla gerşey tek tek yazılmıştır.Günümüzde ancak internet sağlayıcıları
ile gözlemlenebilecek bu yerlerin
anlatımı hayali olacağına inanamayacak kadar detaylıca izah edilmiştir. Bu konu
çok ilginç olup yine bu konu hakkında detaylıca bir yazı yazmayı
planlamaktayım. Zira Ahmet Midhat Efendi’nin Rusya’ya gitmediğini özellikle de
Antartika’yı görmediğini çok iyi bilmeme rağmen yazdıklarını bizzat gezmiş
görmüş gibi yazmasına şaşırmamak elde değil.
Bu yolculuğun sonuna doğru Sipahi ve Hafft’ın aşkı da
günyüzüne çıkmaya başlıyor. Her ikisi de birbirini seviyor olsa da bunu belli
edemiyor dile getiremiyorlar. Nihayet ilk itiraf eden ve dahi teklif eden Haftt
olmakla beraber Haftt’ın halasının reyi (onayı) alınmak suretiyle Londra’ya bir
gemi vasıtasıyla gidiyorlar. Londra’ya vardıklarında halanın itirazı olsada
ertesi gün onayı ile Sipahi ve Haftt evlenmek için hiçbir mani kalmadığına
seviniyorlar. Nihayet Londra’dan da İstanbul’a gelerek Hicabi’nin evinde
mütevazi bir düğünle evleniyorlar.,
Kitap normalde 370 sayfa olsa da günümüz kitaplarına kıyas
edilecek olursa neredeyse 700 sayfaya tekabül edecek boyuttadır. Dili aslına
uygun kalındığı için osmanlıca ağırlıklıdır. Bu güzel eseri de bizlere sunan
Türk Dil Kurumuna yürekten teşekkür eder okunmasını ve kitaplıklarda
bulunmasını temenni ederim.
Müellifine rahmet dilerim.
KİTABIN ADI : Acâyib-i Âlem
YAZARI :Ahmet Midhat Efendi
TDK/KAZIM YETİŞ/370 SAYFA/2017
0 Yorumlar
BU KONU HAKKINDA FİKİRLERİNİ YAZMAK İSTER MİSİN?