Ahmet Midhat Efendi külliyatını
okumaya, yazmaya ve tanıtmaya adadığım şu az saatlerimin kıymetli
dakikalarından birini verdiğim Demir Bey yahut İnkişaf-ı Esrar isimli eserini
de nihayet bitirebildim. Bu eser de TDK tarafından ağır Osmanlıca
kelimelerinden süzgeç edilmiş, anlamını bilmediklerimi lügat yardımı ile
çözümlemiş olarak tamamladığım Ahmet Midhat Efendi eserlerinden yine esrarlı
bir eser olmuştur.
Her kitabına ayrı hayranlığım olan
Ahmet Midhat Efendi bu eserde de yine ilginç bir mevzuyu ele almış ve mevzu dâhilinde
olayları dolaylı yönden anlatıp, koparıp, dağıttıktan sonra resmin bütününü en
sonunda ortaya çıkarmıştır. Şöyle ki; Hikâyemizin başında yer alan Demir Bey
kendi halinde yaşlıca bir babayiğit adamdır. Karısı Feride Hanım ve iki
hizmetçileri ile beraber aynı konakta yaşamaktadırlar. Oğlu ilim ve ders
tahsili için Paris’te öğrenim gören Mustafa Kamerüddin’dir. Demir Bey bir gün ağır bir hastalığa düşer.
Yataktan çıkamayacak kadar ağır bir hastalık geçirmektedir. Hastalığı o kadar
ilerlemiştir ki hasta yatağında sayıklamaya başlar. Ama öyle sıradan bir
sayıklama değil, Fransızca bir sayıklama… o güne kadar ne karısı ne de bir
başkası Demir Bey’den değil Fransızca bir kelime duymak, böyle bir şeyin en
ufak ihtimaline dahi rastlamamışlardır. Babasının bu son günlerinde yanında
olması için Mustafa çağırılır. Bu süreç içerisinde Demir Bey’e ait olan gizli
bir odanın bunca yıllık evli olmalarına rağmen karısı tarafından fırsat bu
fırsat diyerek kapıyı çilingire açtırır. Demir Bey bu odaya hiç kimsenin hiçbir
şekilde girmesine hiçbir zaman müsaade etmemiştir. Hasta yatağında son
günlerini yaşamakta olmasından dolayı karısı bu merakını bu sayede gidermek
ister. İçeride bir dolap vardır. Dolabın içinde ve çekmecelerinde onlarca
vesikalar, resimler, mektuplar, madalyalar ve askeri üniforma bulunmaktadır.
Feride Hanım bunlara hiçbir anlam veremez.
Mustafa gelince annesi ile beraber
oradaki evrakları gizlice incelemeye başlarlar. Evrakların, madalyaların hepsi
Pierre Heyder isminde birine aittir. Bu duruma anlam veremezler. Demir Bey
biraz iyileşir gibi olup toparlanmaya başlayınca Mustafa tekrar okula döner.
Hikâyemizin 1. Kısmı burada biter.
Sonraki mevzular bu konulardan o kadar bağımsız ki neredeyse ilk bölümü
unutturacak kadar farklı gelişiyor.
Şimdi 2. Bölümden devam edelim; Mustafa başka ülkelerden olan birkaç
arkadaşıyla beraber aynı evde kalmaktadır. Araları ve samimiyetleri çok iyidir.
Fakat onların bazı haşarılıklarına karşı Mustafa bunlara katılmaz. Arkadaşları
yine her zamanki gibi eğlence peşinde oldukları bir zamanda Mustafa yalnız
başına kendi halinde bir göl kenarına doğru gider. Kayığa binip öylece
süzüldüğü bir an da kıyının kenarında oturan bir kız görür. Kızı görmesiyle
vurulması bir olmuştur. Kız ise oturmuş resim yapmaktadır. O esnada bir rüzgâr
kızın bütün kâğıtlarını sandala doğru uçuşturur. Mustafa hemen kâğıtları alarak
kıza doğru uzatır. Kızında kalbinde bir his oluşur Mustafa’ya karşı. Öyle ki
kız da kendini Mustafa’dan alamaz. Beraber sohbet ederek dolaşırlar. Adının
Polini olduğunu öğrenir. Polini el işi çiçek yapan bir çiçekçi kızdır. Beraber
gezdikten sonra Polini adresini verir ve gider. Mustafa kısa süre sonra Polini’nin
adresine ulaşır. Polini gayet ahlaklı ve
Paris gibi bir yerde emsali neredeyse hiç bulunmayacak derecede namus sahibi
bir kızdır. Mustafa’ya Polini’nin de gönlü düşmüş ise de Polini ahvali
dahilinde Mustafa’ya ihmal vermemek adına birader gibi olmayı teklif eder.
Sebebi ise Polini’nin anne ve babasız olmasından dolayı kendisini yetiştiren
Kont Duran’ın oğlu Alphons’u seviyor olmasından dolayıdır. Fakat o da kesin bir
aşk işi olmadığı için Mustafa yedekteymiş gibi bir hale gelir. Elbette Mustafa
bu duruma üzülüyor olsa da Polini’ye olan sevdası buna dahi razı olmaktadır.
Mustafa’nın arkadaşlarını ihmal
etmesi arkadaşları nezdinde kıskançlığa neden olur. Arkadaşlarından bir tanesi
Mustafa’ya ders vermek için çiçekçi kızı bulacak ve Mustafa’nın yerine o kızı
kendine aşık etmek isteyecektir. Fakat ilginçtir ki Polini’nin yanında çalışan
diğer kız Lini’yi Polini zanneden bu arkadaşı emeline ulaşamaz. Lini’de
Polini’yi kıskandığı için Mustafa’yı ayırmaya çalışır ama o da istediğini elde
edemez.
Hikâyenin müthiş bir seyri olmasından dolayı tamamen özet geçmek yerine
kısa alıntılar yapmayı uygun görüyorum. İsterim ki okuyucu yazdıklarıma
istinaden değil yazılanlara istinaden sürükleyiciliğini devam ettirsin. Zaten
kitabın özetini sayfalarca yazabilirim fakat okunulmasını istediğim bir eser
olduğundan dolayı son birkaç satır daha eklemek ve tamamlamak istiyorum.
Polini, Mustafa ve Alphons arasında
seçim yapmak istese de o Mustafa’ya aşk olarak değil garip ve adı konulmamış
farklı bir yakınlık hissetmektedir. O yüzden o duygularını yıkamadığı için
Alphos’un da kendine olan aşkını bildiği Alphons’u tercih eder. İş evlilik
vaadine geldiğinde ise Kont ailesi “Nesepsiz ve kimliksiz bir kızın oğlumuzla
evliliğini doğru bulmuyoruz. Oğlumuzla evliliğine karşı değiliz ama önce bir
nesebini ortaya çıkaralım” diyerek Kont Duran, Polini’yi bebekken aldığı
kiliseye gönderir ve oradan başlamasını söyler. Mustafa ve Polini oraya
gittiklerinde elde ettikleri bilgiyle annesinin öldüğü, babasının Heyder isimli
birisi olduğunu ve babasının Fransız askerlerinden bir binbaşı olduğunu
öğrenirler. Babası Fransız askerleriyle beraber Msır’a gitmiş oradan Osmanlı
Devletine geçmiş ve daha sonra kaybolmuştur.
Mustafa İstanbul’da tanıdığı
Ermeniler olduğunu ve onlardan bilgi alabileceğini söyleyerek Polini ile
beraber İstanbul’a giderler. Olayları öyle bir inceleyerek ve sabırla adım adım
giderek çözerler ki sonucu muazzam bir netice!! ile bitmekte ve nihayet hem
Polini hem de Alphos Müslüman olmakla şereflenerek her şeyi geride bırakıp İstanbul’da
evlenerek bitmiştir.
Bu güzel romandan dolayı da Ahmet
Midhat Efendi’ye rahmet diliyorum.
KİTAP ADI : Demir Bey yahut İnkişâf-ı Esrâr
YAZARI : Ahmet Midhat EFENDİ
YAYINEVİ : TDK 2002/ 317 SAYFA
HAZIRLAYANLAR : NURİ SAĞLAM-M.FATİH ANDI
Sosyal Medyada Edebi Kitap