AHMET MİDHAT EFENDİ- JÖN TÜRK



II.Abdulhamithan döneminde ortaya çıkan Jön Türkler siyasi saltanata karşı yer alan “genç Osmanlılar” adıyla anılan “isyancılar” olarak bilinen gruptur.Bu dönemde içlerinde Ahmet Midhat Efendi, Namık Kemal,Nuri Bey gibi isimlerinde bulunduğu ve hatta o dönem Mehmet Akif Ersoy’un da bu grubu desteklediği istibdat dönemidir. Her ne kadar Ahmet Midhat Efendi, Abdülhamit hayranı olduğu ve bu romanını da mecburen! Yazdığı söylense de yine de cesur yazarlar "susmaz" desturunca kaleme aldığını düşünüyorum. 

Romanı bizim açımızdan önemli kılan özelliklerinden birisi de Ahmet Midhat Efendi’nin yazmış olduğu son romanıdır. Zaten JÖN TÜRK’ü de 10 yıl sonrasında kaleme almış ve sonrasında rahatsızlıkları dolayısıyla devam edememiştir. Romanı 1910 yılında yazmıştır ve kendisi de 1912 yılında vefat etmiştir. 

Diğer bir hususa dikkatimiz ise;  Nuri Bey ve Namık Kemal Akka’ya sürgün ediliyor. Romanda da Nurullah Efendi Akka’ya sürgün ediliyor. Nurullah Efendi’nin karısı Fatma Ahdiye Hanım’ı da Fatma Aliye’ye benzetmemek mümkün değil. Ya Fatma Ahdiye’nin annesi Dilşinas Hanım? O da Ahmet Midhat Efendi’nin annesi gibi çerkes olduğudur. Yine Fatma Ahdiye’nin babası da (Miralay Gazanfer Bey) Ahmet Midhat Efendi’nin babası gibi genç yaşta vefat eder.  Son romanı Jön Türk belki de Ahmet Midhat Efendi’nin sırlarıyla dolu gibi geldi. Her romanını okumanın verdiği lezzeti galiba her romanında da söylediğim gibi daha bir güzel geldi. 

Gelelim hikayemizin kısaca bir özetine;

İlk bölüm

Miralay Gazanfer Bey Rusyada esir düştüğünde karısıyla mektuplaşır. Karısı Dilşinaz Hanım okuma yazma bilmediği için mektupları başkasına yazdırır ve yine başkasına okutur. Buna karşılık Gazanfer Bey çocuğu olduğunda onu ilim sahibi edeceğine ve okutacağına dair ahdeder. Esirlikten kurtulup karısına kavuştuktan sonra kızı Fatma dünyaya gelir. Allah’a olan ahdini unutmamak adına kızına Fatma Ahdiye ismini verir. O dönem büyük bir salgın olan kolera vebasına yakalnır ve genç yaşta vefat eder.

Dilşinaz hanım kocasının ahdini yerine getirir ve kızını okutur. Onun Arapça ve Farsça öğrenmesini sağlar. Kızı büyüyüp evlenecek çağa geldiğinde Nurullah Efendi adında ilim sahibi görgülü terbiyeli bir gençle evliliğine müsaade eder. Ahmet Midhat Efendi dönemin düğün şeklini her noktasına kadar anlatır. Hatta düğün yemeği verilmesine karşı olduğunu “keşke kaldırılsa” dahi dediğini de kitaba yazar.

Düğün günü eve gelenler gidenler gelini görmeye gelenler olmuştur. Koltuk resmi denilen (muhtemelen gelinle damadın resim çekilme merasimi) gün damadın gelmesi beklenir ama damat bir türlü gelmez. Misafirler düğünün bozulduğunu damadın gelmek istemediğini söyleyerek düğün evini terkederler. Nurullah Efendi ise başına büyük bir iş gelmiş bir iftiraya uğrayarak koltuk resmi günü için gelinin yanına gideceği anda polisler tarafından yakalanarak nezarete atılmıştır.

İkinci bölüm

Nurullah Beyin babasının arkadaşlarından Kaşif Beyin Ayşe Ceylan isminde bir kızı vardır. Gerek babası gerekse ablası Zeliha'nın sık sık gittiği bu eve Nurullah'ta gider gelir. Ceylan çocukluğundan beri Nurullah'ı seven avrupavari, cesur ve Osmanlı kızlarının tam aksine aşüfte bir kızdır. Nurullah'a olan aşkı onu büyük çıkmazlara koymuştur. Sık sık buluşup konuşurlar ve bunların haricinde ise sürekli mektuplaşırlar. Bu bölümün ilerleyen kısımlarında o döneme ait yine garip karşılanacak bir tavırla karşılaşıyorum; Nurullah'a sadece deli devane olan Ceylan değil Ceylan'ın annesi Sezayidil Hanımda sevmektedir. Fakat Sezayidil Hanım böyle bir şeyin imkansız olduğunu bildiği için en azından kızının Nurullah ile evlenmesine dahi razı olmaktadır. 

Ayşe Ceylan ile Nurullah'ın sohbetleri Osmanlı'nın kadınlara olan baskısı ve Avrupa' nın serbestliği üzerinden oluşmaktadır. Bu muhabbetler Nurullah için mülahazadan başka birşey değilken Ceylan için Nurullah ile geçirilen en değerli anlar olmaktadır. 

Ceylan'ın anne ve babası bir akşam bir yere düğün için giderler. Bu iyi bir fırsattır. Ceylan Nurullah'ın eve davet eder. O akşam gece yarısına kadar sohbetler danslar ederler. Nurullah'a da bira içirir. Bira kadehine ergin afyon sürerek bayıltmıştır. Bayılmasının ardından evin hizmetçilerine misafir odalığına taşıtmış kimseye birşey belli etmemiştir. Herkes uyuduktan sonra Nurullah'ın uykusundan da faydalanarak "zevcesi" olmuştur. 

Bunu olaydan 3 gün sonra yazdığı mektupta itiraf etmiş ve fakat bundan hiçbir suçluluk duymamıştır. Hatta çok mutlu olduğunu ve ikincisinin ne zaman olacağını belirtmiştir. Nurullah ise bu olaydan çok müteessir olmuştur. 


Üçüncü Bölüm

Düğümün çözümünün başladığı noktalardan birisi de Nurullah Efendi'nin Ceylan'ın yaptığı bu hataya karşı vereceği tepkide çözülüyor. Şöyle ki; Ceylan'ın Nurullah'a yazmış olduğu mektupta herşeyin sorumlusu kendisi olduğunu itiraf etmesi Nurullah için bir kaçış yolu sunuyor. Nurullah vicdani olarak kendisini mesul görmemesi kendisini rahatlasa da kendisinden bihaber doğmamış bir bebeğin babası olduğunu bilmesi de bütün huzurunu bozmaktadır. İşte bu huzursuzluk ve buhranında arkadaşı Salih Ziya'ya gider. Maksatı yaşadıklarını anlatmak değildir ama ne yapacağını da bilememenin çaresizliği içinde çıkış yolu aramaktır. İki kadim dost muhabbetlerini gece yarılarına kadar sürdürünce konu elbette evliliğe gelir. Nihayet Salih Ziya, bizim kitabın başında tanıdığımız fakat Nurullah'ın henüz tanımadığı Ahdiye'yi önerir.  Nurullah, Ahdiye'ye hem manevi baba hem de hocası hükmünde olan Abdullatif Efendi'ye gider. Abdullatif Efendi evlilik niyetinde olan Nurullah'ı sever ve durumu Ahdiye ve annesi Dilşinaz Hanım'a açar. Onlar da uygun görür ve bu karar Nurullah'a bildirilir. 


Nurullah ablası Zeliha'ya bu durumu anlatmak ister ama onun çekincesi şudur; ablası Nurullah'ın evlilik niyetini ya Ceylan'a hamlederse? Oysa Zeliha da herşeyden haberi olan birisidir. Ve bu durumdan Sezayidil Hanım gibi o da Nurullah'ı sorumlu tutmaz. Her ne kadar bu sır saklanmaya çalışılsa da "Bir sır iki adamı tecavüz ederse şayi sayılır" hükmüne girmiştir. Yani günümüz slogani hali ile "iki kişinin bildiği sır değildir" hükmündedir. Bizim bildiğimiz bu faciayı hizmetçi Despino, Nurullah, Ceylan, Sezayidil ve Zeliha biliyor. Fakat düğün gecesi bir kadının sözünü hatırlayınız "benim bildiğimi bilseniz bu düğünün ne felaket olacağını da bilirdiniz"... Neyse o kadını ilerleyen bölümlerde tanıyacağız. 


Nitekim görücü olarak da yine Sezayidil ve Zeliha Ahdiye'ye beraber giderler. 


Dördüncü Bölüm

Demek ki gerçekten de "tarih tekerrürden ibarettir" sözü bilhakkı vaki olduğuna şahit olduğum ve dahası o dönemin karanlık yüzünü bu dönemin aydınlık tarafıyla kıyas edebildiğim bir vaziyetle karşılaştım. Eserin başında da yazıldığı üzere "Millî, ictimaî, siyasi roman" olmasına anlam veremeyenlerin "böyle yazılsa da aslında öyle değil" ithamlarının koca bir anlamamazlıktan ibaret olduğunu bizzat görüyorum. Ahmet midhat efendi bu eseri dönemin jöntürklerine ithafen değilse bile mağduriyeten yazdığına inanıyorum. 


Günümüzde nice fetöcüler aklanırken nice masumlar fetöcü olmadılar mı? Nice ocaklar sırf bu yüzden cayır cayır yanmadı mı? Günümüzde Fetö gibi alçak bir örgütün yine alçak mensupları devlet içine sızıp gücü ele geçirmeye çalışarak ve kendilerini aklamak adına günahsız nice insanlara iftiralar atmadılar mı? Hepsi de oldu…. Hatta evlerindeki feto denilen zata ait neşriyatları başkalarının evine sakladılar, kimi hepsini çöpe attılar, kimi ateşe verip imha ettiler… Ah işte tam da aynı vaka ile karşı karşıyayız hem de bundan tam 120 yıl önce… NeNe ilginç değil mi? Anlayarak ve severek okuyan birisinin gözünden kaçmasına imkan tanımayacak kadar benzerlik olması şaşırtıcı değil mi? İstibdat dönemi mi dersiniz, Abdulhamit'in gücü mü dersiniz bilmem ama günümüzün "muhabirleri, trolleri" menşeinde "hafiyeleri" ile bir döneme damga vurmuş jöntürklerine ait karanlık bir dönem…. 


Neyse konumuza dönelim; bu bölümün izahatini uzatmak istesem de maalesef kısada geçmek zorunda kalacağım. Velhasıl, düğün gecesi tutuklandığını bildiğimiz Nurullah Efendi'nin neden tutuklandığını öğrendik. 


Ceylan her ne kadar Nurullah'a olan aşkına karşılık bulamadığı için el çekmiş gibi görünse de aslında içinde yaşattığı intikam ateşini söndürmemiştir. Babası Kazım efendinin evinde bulunan jöntürklere ait mecmuaları kına gecesi gizlice Nurullah'ın evine taşımış ve babasının imzasıyla ihbar etmişti. Polisler eve baskın yaparak mecmuaları ele geçirmiş ve Nurullah'ın da hapise atmışlardı. Kazım efendi devlete karşı birisi iken şimdi devletin en gözde hafiyesi olmuş, Nurullah ise jöntürklerle hiç alakası olmazken en azılı suçlu durumuna düşmüştü. Ve üstelik derdini değil mahkemede hiçbir kimseye dahi anlatamıyor kimseye masum olduğuna inandıramıyordu. Buna rağmen yine de Nurullah Akka'ya sürgünden kurtulamamıştı. Nasıl kurtulsun ki; sonuçta delil olmasa bile delile gerek yok ki.. İtham ile bile suçlu olunabiliniyormuş!! 


Zavallı Nurullah ablası ve babasıyla vedalaşıp sürgün yoluna düşerken Ceylan ve ailesi hem evlerindeki mecmualardan hem de ceylan intikamını almış olmanın sevincini gizlice yaşıyorlardı. 


Beşinci Bölüm

Nurullah Akka hapishanesine teslim edilmişti. Durduk yere hiç yoluna girdiği bu hapishanede yine de ümitlerinden ve hayattan el çekmemiş yeni hayatına alışmaya çalışarak koğuşundaki 2 arkadaşına Fransızca dersleri vermeye devam ediyordu. Nurullah'ın efendiliği ve güvenirliliğinden emin olan hapishane müdürü (mutahassır) Nurullah'a hem dışarı çıkmasını sağlamak hem de çocuklarına ders vermesini sağlayarak hafta da 2 kez evine götürüyordu. Hapishane müdürü evladı gibi sevip kolladığı Nurullah'a elinden geleni yapıyordu. Nihayet Nurullah'ın nikahlısı Ahdiye hanımın da Akka'ya getirilmesi teklifinde bulundu. Nurullah buna çok sevinmiş olsa da imkanların elvermemesi ile bu mümkün olmadı. 


Hapishane arkadaşları Nurullah'a firar etmesini söylediler. Başta kabul etmemiş olsa da sonradan buna mecbur kalarak Akka'dan firar etmiş ve Mısır'a geçmiştir. Orada yazarın ifadesi ile ayıntap veya maraş şiveli Abdulgaffar Efendi ile tanışır. Abdulgaffar Mısır da avukatlık yapan birisidir. Nurullah'a beraber çalışmayı teklif eder. Nurullah kabul eder ve eğitimini gördüğü mesleğe başlar. Nurullah'ın günden güne ünü yayılır ve güzel de para kazanmaya başlar. O dönem jöntürklerin sığındığı Mısır'a gelenler Nurullah ile tanışırlar. 

Bu arada Nurullah yüzünden hapishane müdürü görevinden alınır. Nurullah babasını ve ablasını Mısır'a getirttirir. Daha sonra İstanbul'a Ahdiye'ye mektuplar yazarak onların da gelmesini ister. Ahdiye ve annesi bunu kabul ederler ve onlar da Mısır'a gelir. Aradan geçen zaman içinde olaylardan firarlardan ve hatta Ahdiye'nin bile Mısır'a gittiği haberini alan Ceylan iyice kudurmuş ve aklını yitirircesine kendine zarsr vermeye başlamıştır. O dönem gazetelerde şöyle bir haber çıkmıştır: Devletin önemli isimlerinden Kazım Efendi'nin kızı elindeki lambayı yere düşürmesi sonucu odasında yanarak vefat etmiştir… Oysaki doğrusunu Ahmet Midhat Efendi şöyle demiştir; Sevdiği ve kavuşamadığı Nurullah için çıldırmış üzerine petrol dökerek kendimi ateşe vermiş ve yanarak can vermiştir. 


1324 senesi Temmuzun 8. Günü gazetelerde şöyle bir haber neşredilmiştir; Manastır'daki üçüncü ordunun Kanûn-ı Esâsîyi ilan etmiştir. 


Bu bütün mahkumların ve ülkenin de istibdat döneminden kurtuluşu anlamına gelmektedir. Bunun ardından Nurullah ve ailesi İstanbul'a dönmüşlerdir. Feyzullah Efendi yaptığı hainliklerden masumları hapise attırmaktan dolayı halk tarafından lince uğramış ve karakola atılarak hapsedilmiştir. Yine Kâzım efendi için de gazetelerde şöyle bir haber çıkmıştır; Dün Kandilli burnundan bir adam kendisini denize atmış ve Beylerbeyi pişgâhında naaşı denizden çıkarılmıştır. Zabıta tarafından icra olunan tahkikata nazaran bu adam hafiye Feyzi'nin adamlarından olup sekiz sene mukaddes Nurullah Bey namında pek namuslu bir adamı zevcesinin koltuk günü tevkif ettiren şerîr-i lâindir. 




Kitabın Adı. : JÖN TÜRK

Yazarı : Ahmet Midhat Efendi

Tdk/2003/237 sayfa




Yorum Gönder

0 Yorumlar

Close Menu