Kitap:Nedim
Tepebaşı
Tanıtım
ve Değerlendirme:Filiz Kalkışım Çolak
“İnsanlar arasında görünmeyen iletişim” Ne kadar derin bir cümleydi… Acı Bademleri
okurken, beni geçmişe dört yaşındayken yaşadığım hikayeye getiren o günün
anısından uyandıran bu cümlenin derinliği üzerinde şöyle bir gel-git yaptım
doğrusu. Hepimiz çocukken komşunun bahçesinden meyve aşırmışızdır değil mi? En
azından çoğumuz bunu yapmıştır. Ve hepimiz bunun yanlış olduğunu bildiğimiz
halde sürü psikolojisiyle (Çoğunluğa Uyma Davranışı
) aynı eylemde bulunarak yapmamız gerek bir şeyi yapmışızdır! Ayrıca sürüye
uyan bu insanların ortak özellikleri arasında, çok kaygılı, düşük statüye
sahip, başkalarının kendisini onaylamasına çok ihtiyaç duyan ve otoriter
kişiliğe sahip olmaları yer alıyor olsa da; doğu kültürlerinin yer aldığı
toplumlarda (Türk toplumu buna örnek verilebilir ) boyun eğme teşvik edilip,
pozitif bir davranış olarak görüldüğü için bilinenin dışındaki efendim bariz
toplumsal anlayışımız dolayısıyla normal insanlarda da bu davranışlar gözlemlenmektedir.
En azından çocukluk evresinde buna sıklıkla rastlanılır.
İşte hikâyede ki kahramanımız arkadaşlarına
uyum göstererek kendisine ait olmayan bir yabani meyveden yer ve onları gören
yaşlı amcayla karşılaşınca çok utanır, Babası bu durumu duyarsa babasının
yüzüne nasıl bakacağını düşünür ve çok utanır. Yıllar sonra kahramanımız
konuşmadan sözsüz iletişimin önemine değinerek hikâyemizin önemini ana fikrini
bizlere fısıldamış olur. Gerçekten duygulanarak okuduğum bir hikayeydi!
Kitabımız bir diğer hikayede anne olmanın
zorluklarına ve güzelliklerine değinirken yine çarşıda gördüğü her oyuncağı
almak için annemi sıkıntıya sokan kardeşimi anımsattı bana ve annemin itinayla
duruma hâkim oluşunu. Sahi anne olmak çocuğa yanlışı doğruyu öğretmek o kadar
kolay olmasa gerek her şeyden önce sabır işiydi annelik. Sınırsız sabır ve şefkatti!
Sizce de öyle değil mi, çocuğun her istediği yapılmalı mı yoksa yapılmamalı mı?
Çocuğun her istediğine sahip olamayacağını anlaması sizce de çocuğunuzu ileri
ki yaşantısına hazırlamayacak mıydı? Akabinde her şeye sahip olamayacağını
anlaması ve bir şeylere sahip olması için bir bedel ödemesi gerektiğini
mücadele vermesi gerektiğini anlaması bakımından fayda sağlamayacak mıydı? Dolayısıyla
çok çalıştığı halde bazı şeylere sahip olamamanın mutsuzluk getirmemesi ve
durumu olgunlukla karşılaması bakımından çocuğunuzun sağlıklı bir birey
olmasında şüphesiz etkinizi destekleyici nitelik sağlamayacak mıydı?
Bazen düşünüyorum intiharların altında yatan
psikolojik sebepleri. Ve tabana indiğimizde hep çocuklukta yaşanılan ve
atlatılamayan takıntılı durumların bunlara sebebiyet verdiğini görüyoruz?
Örneğin her istediği alınan bir çocuğun yetişkin olduğunda kazandığı paranın
sahip olmak istediği otomobili alamaması üzerine bankadan kredi çekmesi ve
nitekim ödeyememesi sonucu bunalıma girip intihar etmesinin altında azla
yetinmeyi bilmeyen bir çocukluk süreci geçirmiş olmasının gözlemlenmesiyle ebeveynlerin
dengeyi kuramadıkları sonucu dikkatleri çekmektedir. Yine intiharların çok
yaygın olduğu bölgelerde çocukluk döneminde çocuğa verilmesi gereken
eğitimlerin verilmemesi ve çocuğun hayata hazırlanmasında çok serbest
bırakılması aşırı ve çocuğun sahip olduğu iç yalnızlığın aşılamaması durumunda
gençlerin intihar etmesi konuya verilecek diğer yönlü örnekler arasındadır.
Denge çok önemlidir; hani halk arasında bir tabir vardır ‘’çok verirsen arsız
olur az verirsen hırsız!’’ Burada öncesinde ebeveynlere sonrasında okula ve
topluma çok büyük sorumluluk düşmektedir. Düşünün çocuk okula gidiyor ve
ayakkabısı yok ama arkadaşı çok marka bir ayakkabıyı giyinebiliyor! Peki biz
toplumsal sorumluluğumuzu biliyor muyuz? Anne baba olmak sadece kendi çocuğunu
doyurmak giydirmek korumak değildir. İnsan olmaya aykırı zaten bu tür
davranışlar bencillikler… Tabi felsefi yönü düşünce yönü derin hikâyelerimizde
tüm bunları yorumlamak için kitabı okumak gerekli öncesinde değil mi ama? Neler
var neler? Annelik nelere kadirdi sahi? Anne değil miydi yemeyip yediren
giymeyip giyindiren? Ve çocukları için kendini feda eden? Kadın olmak her
şeyden önce anne olmak değil miydi? Ve cennet annelerin ayakları altındayken
kadınlara yapılan onca işkence şiddet en büyük günahlardan değil miydi? Güçtü
kadın, anaydı narin yaratılmıştı evet kırılgandı ama analıktı ona o gücü veren!
Hiç bir erkek doğuramazdı. Bunda Allah’ın yüceliği büyüklüğü saklıydı. Kadından
iri güçlü kemiklere kaslara fiziğe sahip erkek neden doğuramazdı diye düşünceye
dalarken kadının nefes hayat yaşamın kendisi olduğunu fısıldıyordu Med Cezir Hali!
Hani nasip kısmet vardır ya işte öylesi bir şey değil mi hayat? Bir kaç
dakikalığına ertelediğimiz şeyler o birkaç dakika içerisinde avuçlarımızdan
akmıyor mu? Sahi hakikat sırlarla dolu? Kadına bahşedilen analık? Ve bebek
doğduğunda o kadın çok fakir olsa da aç olsa da Allah ona o zenginliği
bahşetmiyor mu bebeğini doyurması beslemesi için ona rızkını kendi vücudunda
sunmuyor mu?
Tabi ki baba olmak da çok büyük nimet lütuf! Evlat
acısıyla baba da yanmıyor mu? El kadarken avuçlarına aldığı o minik yavrusu
için gece gündüz çalışmıyor mu? Okutmuyor mu büyütmüyor kollayıp gözlemiyor mu?
Ah babalarımız evimizin direği sığınağımız canımız her şeyimiz? Büyüten
besleyen anne babaya biz evlatlar yeterince hürmet ediyor muyuz? Madem ediyoruz
darülaceze niye yaşlılarımızla ölüme terk edilen emanetlerimizle dolu? Sadece
anne baba mıdır sorumluluk sahibi olan peki ya o canım evlatlarımız onlar neredeler?
Ve biz hatayı nerede yaptık onları yetiştirirken neyi göz ardı ettik? Off meğer
ne zor şeymiş anne baba olmak!
Toplumlar gelişip büyüdükçe bazı değerlerde ölüyor
ve biz bunlara seyirci kalıyoruz. Emeğe saygı diye sokaklarda nutuk atanlarımız
bile emperyal sömürücülere çalışıyor. Kimse parası varken bakkala gitmiyor
terzilik artık söküklerin dikildiği bir bakıma tamirciliğe dönüştü. Üreticiden
malı bedava almaya çalışırken pazarlığın adabını aşıyoruz, ama AVM ‘ler de
kuruşu kuruşuna ödeme yapmaktan hiç rahatsız olmuyoruz. Hatırlıyorum tıpkı elli
kuruşun ağırlığından hakkından kaçarak kendisinden alışveriş yapan kadının
peşinden koşan satıcının hikâyesini. Birebir yaşadığım bu durum karşısında
hayli durakladım. Neydi o satıcıyı o kadının peşinden koşturan. Ve beni
limoncunun parasını vermeyi unuttuğum için tekrar, kan ter içinde pazar
kalkmadan pazara koşturan.Üstelik şık giyim merakımın canıma okuduğu o topuklu
çizmelerle! Lakin Allah’ın karşısına o hakla çıkmak düşüncesinin; inanan ahlak
sahibi insanlarda oluşturduğu o utanç, kaygı endişeyle yetişip limoncunun
parasını vermek amacı canımın yanmasından çok daha kıymetliydi? İnsan
olabilmenin neticesiydi her şeyden önce hakkı sahibine teslim etmek! Düşünün
milyarlarca lirayı gasp edip tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyenleri ve bundan
utanmayıp sahte inançlarıyla insanları sömürmeye çalışanları..Tüm bunlara
rağmen milletçe ayakta kalabilmenin sebebi sizce de duyarlı vicdan sahibi
insanlarımız sayesinde değil mi? Her ne olursa olsun kendini sorgulayan ve
hatasını düzetmek isteyen yanlışından dönen ve aynı yanlışları tekrarlayıp yeni
hatalara düşmeyen insanlarımız sayesinde…
Ayağın taşa takılsa kendinden bil sözü geliyor havsalama!
Ne kadar doğrudur, bunu da tecrübe etmiş birisi olarak söylüyorum. Haklı dahi
olsa insan beddua etmemeli kimsenin belasını dilememeli hasetlik kıskançlık
içerisinde olmamalı insan! Yahu düşünün biz kimiz Allah bize mi soracak kime ne
verip vermeyeceğini; biz insana yaraşır şekilde olalım ki hakkın sahibi zaten
kimsenin ahını kimsenin yanına koymaz! O halde hata biz insanlar içinse
yanlışını bilip tekrarlamamak da biz insanlar için değil midir? İnsanı insan
yapan en güzel erdem değil miydi bu zira? Tıpkı; İki Sevinç Arası Hüznün
başkahramanı çobanımız misali! Ve haksızlığa karşı durmak, o bambaşka şeydir? Mertlik
ister, yüreklilik cesaret…
Hz Hamza derki ‘’gözümün gördüğü hiçbir şeyden
korkmam!’’ Sahi O’na o gücü veren kimdi? Her ne olursa olsun doğrudan yana
olmak haksızlığa zulme karşı gelmek er kişinin işidir dense de bunun kadını erkeği
yoktur? Bu toprakları kazanmakta ki mücadelemiz göz önünde bulundurulursa ve
Nene Hatun’un dediği gibi ‘’Türk çocuğu öksüz kalır yurtsuz kalmaz!’’Vatanı
için kendini feda edenle haksızlığa zulme meydan okumak da aynı şeydir! Ve
haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır? Kimse kimseye yaranmak için
susmasın ya da yardakçılık etmesin. Zira öyle kişilerin hem bu dünyası hem o
dünyası karanlıktır. Ve hayatın bana öğrettiği ne güzel şeylerden biriydi eğer
bir şeyin doğru olduğuna inanıyorsam kimse beni o doğru savunmaktan alıkoymaz! Karşımdaki
kim ya da ne olursa olsun; bilirim Allah daima Hak yolunda mücadele edenin yanındadır!
Ve hiç şüphesiz o olaydan alnımın akıyla çıkacağımı bilirim! İşte o güç
Allah’ın Allah’a inanana verdiği güçtür. Ve haksızlık karşısında susan dilsiz
şeytandır.
Evet, Nedim hocamızı okurken sıklıkla geçmişe dalıp
gittim. Hissettiklerimi masalsı bir dille aktarmayı istemedim. Çünkü ortadaki
eser toplumsal yönüyle çok derin ve topluma ışık tutacak nitelik içermekteydi! Alınacak
mesajlar dersler Türk toplumunu yansıtan içinde bulunduğumuz durumlara birçok
yönden örnek teşkil edecek nitelikteydi. Bu sebeple kitaba şekildeki gibi
değinmek istedim. Ve bu kitap ve bu kitap niteliğindeki eserlerin Kültür
Bakanlığınca desteklenmesi ve eğitim öğretim müfredatına kazandırılması ve ders
kitaplarımızda çocuklarımıza okutulması gerektiğini düşünüyorum! Nitelikli
eğitim ancak ve ancak düşünen üreten öğrendiklerini hayatta doğru yere koyan
bireysel yetilerin gençlerimize kazandırıldığı eğitim (yapılandırmacı) anlayışıyla
mümkündür.Bu da toplumun refaha ulaşmasında en büyük yöntemdir.Evet dili
itibariyle gayet yalın anlaşılır bir üslupla hikayelerini bizlere sunan Nedim
hocamızı canı gönülden kutluyor
Geride
Kalanlar hikaye kitabını hepinize okumanızı öneriyorum!....
0 Yorumlar
BU KONU HAKKINDA FİKİRLERİNİ YAZMAK İSTER MİSİN?