AHMET MİDHAT EFENDİ - BAHTİYARLIK

 




Mektepte

1.bölüm Mekteb-i Sultânî'de okuyan ve orada yatılı kalan iki öğrencinin konuşmasıyla başlar. Bunlar Senai Efendi ve Şinasi Bey' dir. Senai Efendi çok zengin bir toprak ağası olan Musa Ağa'nın oğludur. Babasının yüz binlerce dönüm arazisi vardır. Fakat köyde yaşamaktadır. Babası gibi kendisinin de hayali hep şehir arzusunda şehirde yaşamak olmuştur. Şinasi Bey ise fakir ama şehirde yaşayan fakat o da köyde yaşamak arzusunda olan arkadaşıdır. Karşımıza Felatun Bey ile Rakım Efendi gibi iki zıt fikrin çıkması muhtemeldir.

Senai

2.bölümde Senai okulunu kazanmış ve annesiyle beraber yaşamaktadır. Babası alafranga bir kadınla evlenmiş ve annesiyle Senai'i aylık bir miktar para ödeyerek İstanbul da bir ev tutmuştur. Fakat Senai sadece babasından aldığı ev geçimi için ödenen parayla geçinebilecek biri değildir. O İstanbul'un batakhaneleri, kumarhaneleri gibi yerlerde Avrupa hayali ile gezinen biridir. O batakhanevari bir yer olan Beyoğlu'nda Flâmme kahvenesine sürekli gitmektedir. Orada şarkıcılık yapan Rizet isimli kadınla arkadaştır.
Senai'ye göre Osmanlılık bir barbar millet olmakla beraber Türklük kendisi için bir köylülük demektir. Onun için tek şehir Avrupadır. Ve Avrupa'da yaşamak için hayaller kurar.

Şinasi

Şinasi'de okulu bitirdikten sonra o hayalini kurduğu köy hayatı için babasından müsaade alarak evden ayrılır. Önceliği köy ağası olan Senai'nin babasının yanına varıp köyde yaşam ve çalışma şartlarını bizzat görmektir. Senai babasına verilmesi için bir pusula yazar ve Şinasi'ye her türlü yardımın yapılmasını belirtir. Ama yine de pusulanın sonuna Şinasi'nin aklına şaştığını da belirtir. Musa Ağa'nın yanına giden Şinasi bu adamdan, Musa ağa da Şinasi'den hoşlanmamıştır. Çünkü onlar şehir hayatını düşlerken, Şinasi şehri terk edip köye gelmek istemektedir.

Şinasi Musa ağa'dan umduğunu bulamayınca başka bir nahiyeye geçip öğrendiği bütün bilgileri burada hayata geçiriyor. Kısa sürede kendi çiftliğini kurup büyütüyor.

Paris'te bir Türk

Senai barbar Osmanlı topraklarında yaşamanın utanç verici olduğunu düşünüp Paris'e hukuk okumak için gider. Üç beş gün Paris'in eğlence dünyalarında zaman geçirmek istese de o üç beş gün günlerce olur. Kumar oynar ve başlarda kazanır daha sonra elindekileri de kaybeder. Bir zaman sonra haydutlar tarafından soyulur ve İzmir'e güç bela dönebilir. Annesinden para ister ve gelen parayla kendisine elbiseler alır.

Terbiye-i Nisvân

Bu kitapta Osmanlı terbiyesi almış Abdulcabbar Bey'in kızı Nusret Hanım'ı tanıyoruz. Nusret Hanım Avrupa terbiyesi içinde büyümüş fakat ailesinin tam zıttı bir karaktere sahip olmuştu. O da Türklüğü beğenmiyor ve kendisine gelen görücülere karşı "ben cariyemiyim ki kendimi beğendirmeye çalışayım" diyerek kabul etmiyordu. Nihayet bir genç ile evlilik kararını alır. Bu genç tam istediği gibi Avrupa terbiyesi almış birisi olan Senai'dir. Senai ile tanışıp evlilik hazırlığına başlarlar.

Köy Düğünü

Şinasi'nin efendiliği ve çalışkanlığı dilden dile dolaşmış ve hatta Musa Ağa'nın bile taktirini kazanmıştır. Şinasi Musa Ağa'nın evine misafir gittiği ve bir kaç gün kaldığı evde Zelihayı görmüş ve ona aşık olmuştur. Zeliha Musa ağanın ikinci karısından olan kızıdır. Bir müddet sonra Musa ağa ölmüştür. Zeliha ile Şinasi'nin evliliği için babasından müsaade alması gerekmektedir. Babası Semih Efendi dul kalan Zeliha'nın annesiyle evlenmek ister. Ve netice de evlenirler.

Medeniyet Bedâvet

Senai kendisini çok zengin olarak gösterip babasından Şinasi'ye kalan arazileri kendininmiş gibi anlatır. Karısı Nusret Hanım o arazileri görmek, ineklerden taze süt almak hayali ile sürekli kocasının köyüne gitmek istediğini söyler. Nihayet Senai gitme kararını onaylar.  Karısı ve ailesi he birlikte hazırlanır ve gemiye binmek üzere yola düşerler. Ama Senai ortada yoktur. Onlar Şinasi'nin karşılamasıyla yolculukları son bulur ama Şinasi'yi Senai'nin kahyası yada hizmetçisi sanırlar. Gerçeği öğrendiklerinde ise büyük şok yaşarlar. Köyde 15 gün kadar kaldıktan sonra tekrar memleketlerine dönmek isterler.  Döndüklerinde konaklarındaki bütün eşyaların satıldığını görürler. Senai ne varsa herşeyi satmış ve İsviçre'ye kaçmıştır. O günden sonra Senai'ye kimse rastlamamıştır. Yalnız Şinasi'ye son bir mektup yazmış ve demiştir ki;

'' Mektepteyken  Cenabıhak'tan herkese arzusunu hasıl etmesi için dua etmiyor muyduk? İşte dualarımız kabul olundu."

Yorum

Köyde yaşamaktan ziyade kendi geçimini ve üretimini yapmanın bahtiyarlığını Şinasi'den öğreniyoruz. O kendi mücadelesi ile sıfırdan büyük bir servete ulaşırken Senai ise büyük bir servetten sıfıra düşüyor. Ancak karısının ailesinin mallarını gizlice satarak İsviçre'ye kendini zor atıyor. Ahmet Midhat Efendi yine her zaman olduğu gibi Avrupa hayalinin kendi değerlerimizden üstün olmadığını yine anlatıyor. Sadece Avrupa hayalinin değil, köy yaşamının da şehir hayatından daha üstün olduğunu da vurguluyor. Yine müthiş bir eserle bu kitabı da bitirdim.

Müellifine rahmetler dileğimle




Kitabın adı    : BAHTİYARLIK

Yazarı                : Ahmet Midhat Efendi

Yayınevi            : TDK/2000/78 SAYFA


Yorum Gönder

0 Yorumlar

Close Menu