Kitabın adı : Hayret
Yazarı: Ahmet Midhat Efendi
Yayınevi: TDK/2000/ 501 SAYFA
Ahmet
Midhat Efendi - Hayret
Büyükada'da bir müsaferet
Giriş
bölümü Büyükada'da bir otelin odasında yatan Hint asıllı bir ihtiyarı anlatarak
başlıyor. Oda içerisini tarif edip en ince ayrıntısına kadar aktarıp yatakta
yatan çingenelere benzeyen Hint asıllı ihtiyarı da yine ayrıntılı şekilde
aktarıyor. Bu ihtiyar Hindistan'dan ailesi ile kışı İstanbul’da geçirmek
isteyen zengin iş adamı Safa Kok Sanc 'tır.
İhtiyar
uyuduğu esnada odasının kapısı gizlice açılır ve içeriye 7 haydut girer. Bu
haydutların amacı ihtiyara senet imzalatıp ardından öldürmektir. Fakat içlerinden
Acem Necefkulu ihtiyarı öldürmek istememekte ve bu yüzden tartışma çıkmaktadır.
Ciyanni
ihtiyarı mutlaka öldürmeleri gerektiğini ve ne olursa olsun öldüreceğini
söyler. Tam bu esnada bir ses duyulur "ihtiyara sakın kıymayınız ha!"
bu sesin nereden kimden geldiği bilinmemektedir. Haydutlar korkuya kapılır ama
buna rağmen yine de kamalarını çıkarıp ihtiyara saplamaya başlarlar fakat
o da ne? Bütün hançerler birer kâğıt olup değil saplama ihtiyara en küçük bir
zarar dahi vermez. İhtiyar bunu fırsat bilip hemen zile basar otel görevlileri
ve otelde kalanlar sesin geldiği odaya doğru koşarken haydutlarda odadan
kaçarlar ve giderler.
Olayın
ardından kısa bir süre sonra jandarmalar ve ada kaymakamı gelir. Kısa bir ifade
aldıktan sonra kaymakam haydutların peşine düşer. Bazı askerleri farklı yöne
gönderirken kendisi de yanına aldığı askerlerle kayığa binerek denize
açılırlar.
Uzun
deniz yolculuğu ve mücadelesi neticesinde karanlıkta ve denizin içinde
gördükleri haydutları karaya kadar takip ederler. Karaya ulaşan haydutların bir
kısmı kaçıp giderken arkalarda kalan Acem Necefkulu kaymakama yakalanır.
Kaymakam Necefkulu'ya işbirliği yapması karşılığı hem mükâfat vereceğini hem de
özgür bırakacağını söyleyerek diğerlerinin yanına götürmesini söyler. Necefkulu
çaresiz kabul eder ve bir çingene mağarasına götürür. Kaymakam orada da Hırvat
Piço'ya aynı teklifi eder ve o da bildiği kadarını anlatma şartıyla kabul
eder. İşin içinde haydut çetesinden ibaret olmayan olayların olduğunu ve
büyük bir çete bulunduğunu kaymakam anlar.
Velhasıl
kaymakam ve askerler Hintli misafirin değerli eşyası olan resmini alıp teslim
eder. Hintli misafir de kayıkçılardan askere kadar herkese bahşiş verir.
Safa
Kok Sanc bir gün bir mektup alır ve okumaya başlayınca rengi sapsarı kesilir. Ardından
kışı dahi geçirmek istediği İstanbul’dan ayrılarak Napoli'ye gitmek üzere
vapura biner ve giderler.
Napoli'ye
Safa
Kok Sanc ve ailesi İstanbul’dan ayrılıp deniz yolu ile Napoli istikametine
düşmüşlerdi. Ahmet Midhat Efendi de ya o gemideydi ya da o gemiyi kendisi
bizzat görmüştü. Anlatımı ve tasviri dolayısıyla bu ifadeyi kullanmaya
mecburdum. Zira geminin içinden ve dışından hatta her zerresinden öyle bir
tasviri vardır ki ancak okuyanlar bunu benim gibi düşüneceklerdir. Sadece
gemiyi mi, Napoli için de aynı ifadeler az bile kalır.
Dünyanın en eski üç kentinden biri olan Napoli’ye gemi yanaşmış ve halk tarafından büyük bir merakla karşılanmıştır. Onlar kalacakları haneye yerleşedursunlar biz sahneyi zengin bir kumarbaza verelim. Bu kumarbaz Sarpson isminde Amerika asıllı çok zengin bir adamdır. Tam bir kumar ustası olup onun için yenmekte yenilmekte büyük bir zevktir. Yenmek elbette doğal olarak tabii karşılanabilir ama yenilmenin zevkini ise kendisi şöyle anlatıyor; karşımdaki insanların ellerindeki paranın gitmemesi için verdiği mücadeleden çok zevk alıyorum.
Sarpson yine kumar masasında kumar oynadığı bir zaman karşısındaki adamı beş
parasız bırakmış ve adam intihar etmeyi karar almış. Yakın arkadaşları
Sarpson’a adama acı ve en azından biraz olsun parasını geri ver demişlerse de
Sarpson “Hayır, yendiğim hiçbir adam intihar etmemişti bırakın etsin de ben de
bu zevki tadayım” demişti. Sarpson arkadaşları ile konuştuğu bir esnada Safa
Kok'un kızı Mihriban’a yıllardır aşık olduğunu da söylemişti.
Diğer
yandan Safa Kok ve ailesinin Napoli’ye geldiği sıralarda Mirza İsmail adında
bir adam da gelmişti. Kısa sürede hokkabazlık mesleği ile ilgili gösteriler
yaparak halkı peşinden sürüklemeyi başarmış başarılı bir sihirbaz olduğunu
göstermişti. Bir gösterisinde okuma yazma dahi bilmeyen bir kızı mıknatıs-ı
hâyvani (hipnoz) ile uyutmuş ve doğaüstü güçlerle o kıza yazı okutmuş, resim
yaptırmış ve çeşitli müzikleri çalmasını söylemiş ve kız da hepsini yapmıştır.
Resim yapmıştı demiştik; Kız uykusunda olmasına rağmen seyirciler kendi
aralarında birinin resmini yapmasını söylemişler ve Mirza İsmail’de kıza
söyleyerek resim yapmıştı. O resimdeki kişi Sarpson’du.
O gece
tiyatroda bulunanlar arasında Safa Kok’ta vardır. Yazarın anlatımına istinaden
gaip nedenleri bildiğinden bahsediyor. Fakat işin diğer ilginç tarafı Mirza
İsmail ile Sarpson arasında geçen olaydır. Şöyleki; hipnozdaki kıza resim çiz
denildiğinde bir adam resmi çizmiş ve bu resmin Sarpson’a benzediği görülmüştü.
Sarpson’un arkadaşları ise onu dolduruşa getirmiş ve demişlerdi ki “ya sen
gerçek değilsin ya da bu adam senin foyanı çıkarmaya çalışıyor” Bu sözler
karşısında her ne kadar kızmış olsa da arkadaşları Sarpson’un Mirza İsmail ile
düello yapacağını bile düşünmüşlerdi.
Mirza
İsmail yine gaip ve garip bir gösteri yapacağını gazeteler vasıtasıyla
duyurmuştu. Yine Sarpson, Safa Kok ve ailesi ve daha öncekinden daha kalabalık
halk gelmişti. Halkın gözü Safa Kok’un kızının üzerinde olsa da merakla oyunu
beklemekteydiler. Oyun başlamıştı. Mirza İsmail gelen seyircilere gösteri
hakkında bilgi verdi. Buna göre; seyircilerden herhangi birsi bir soru soracak
ve gaipten bir ses ne sorulursa sorulsun cevap verecekti. Önceden Sarpson’la
aralarında bir soğukluğun da olmasını fırsat bilen arkadaşları Sarpson’la
ilgili bir yazı yazarak hokkabaza uzattılar. Hokkabaz Mirza İsmail yazıyı
seyircilere göstermiş fakat seyirciler cevabını bilemiyorcasına anlamsızca
bakmışlardır. Ve gaipten bir ses kağıtta yazılan kişinin tiyatro içerisinde olduğunu
ve o kişi hakkında birçok bilgi vermeye başladı. Sarpson herşeyi üzerine
alındığı için daha fazla dayanamayıp gösteriden ayrıldı. Ama gaipten gelen ses
Sarpson’dan değil Safa Kok’tan bahsediyordu. Safa Kok’un İstanbul’da bir otelde
başına gelen her şeyi anlatıyor hatta ona gelen bir mektubu dahi söylüyordu.
Sarpson’la Safa Kok’un kızı olan Mihriban’ın bile aralarında bir samimiyet
olduğunu da söyledi.
İnanılması
güç bir durum yaşanıyordu. Safa Kok şok bir halde evine zor gidebilmişti.
Gaipten gelen sesin her dediğine inanıyor ama kızıyla Sarpson arasında ne
bağlantı olduğuna bir türlü anlam veremiyordu. Nihayet kızını sorguya çekti ve
kızı böyle bir şeyden haberinin olmadığını söyledi.
Roman tam bir dedektiflik romanı gibi sizi
içine çekip karmaşık ve düşündürücü olayların içine atıyor. Sayfa 140’a gelmiş
olmama rağmen hala olaylar çözümlenememiş gizemlerse git gide artmış
durumdadır. O kadar çok soru var ki bakalım nasıl cevaplarla karşılaşacağız?
Babasının
ısrarları neticesinde Mihriban her şeyi anlatmaya başladı. Buna göre; Sarpson,
Safa Kok tarafından yıllar önce tanınan ve ailesinin işlerine bakması için
yardımcı olmasını istediği birisiymiş. Sarpson bir zaman sonra Mihriban’a aşık
olmuş ve bunu ilan etmiş. Mihriban her ne kadar kabul etmemişse de tam
anlamıyla reddettiği de söylenemez. Evlilikleri olacağı takdirde İngiliz
kanunlarınca Mihriban’ın din değiştirmesini istemiş. Zaten Safa Kok’a gelen
mektupta da; Mihriban’ın din değiştirmesini şart koşmuş ve aksi halde herkesi
öldüreceğini söylemiş.
Buraya
kadar olan olayları kısaca toparlayalım;
Safa Kok Hintli zengin birsidir. Sarpson
ise bu adamın kızına aşık olmuş ve her gittiği yerde peşinden gelmiştir.
Muhtemeldir ki bizim haydutlar da Sarpson’un adamlarıdır ve sadece korkutmak
amaçlı Safa Kok’a baskın yaptırmıştır. Geriye kalan sorular ise; Gaipten gelen
ses kim? Mirza İsmail kim?
Sarpson
O gün Safa Kok’a bir
mektup gelmiştir. Mektupta Mirza İsmail yeni bir gösteri yapacağını ve Sarpson
hakkında gizli bilgileri dökeceğini yazmıştır. Mihriban her ne kadar Sarpson
hakkında aşık olduğunu itiraf edememişse de onu korumak ve babasının yanlış düşünceler
içinde olduğunu beyan etmek için babasına şunları söyler “Sarpson bizi neden
öldürmek istesin? Üstelik dünyada ondan daha çok kıymet verdiğin bir adam
olmadığını söyleyen sizdiniz.” Diyerek babasını ikna eder. Peki, olayın
içindeki fitne kim denilirse o da Safa Kok ve ailesinin bütün şüpheleri Mirza
İsmail olduğudur. Bu adamın bir şarlatan ve hileci olduğu düşünülür. Şayet
gösteride Safa Kok’a gelen mektubu göstereceği söylenirse bu mektuba işaret
koyarak gerçek ya da yalan olduğu tespit edilecektir. Mihriban her ne kadar
bunun için mektubu almışsa da işaret koymak yerine sadece göz atmış ve acemi
biri tarafından yazılan satırları görerek kasaya saklamışlardır.
Ertesi gün bütün
gazetelerde Sarpson’un adi bir sahtekâr olduğu yazılmaktadır. Ve hiçbir yerde
görülmeyen Sarpson’u halk merak etmektedir. Gösteri günü geldiğinde Mirza
İsmail Sarpson’un bütün foyalarını halka döker. Ama bunu yine gaipten gelen
sese sorular sorarak yapar. Tiyatronun kubbesinden gelen bir ses her şeyi
anlatır. Hatta tiyatro bitmeden bir mektubun geleceğini ve o mektupta
Sarpson’un nerede olduğu da yazılmış olacağını söyler. Mihriban dayanamaz ve
“madem her şeyi biliyorsunuz o zaman mektubu da gösterin” der. Ve ardından
kubbeden bir kâğıt düşer. Bu kâğıt evdeki kasaya sakladığı mektubun bire bir
aynısıdır. Yalnız bir farkla evdeki siyah mürekkeple yazılmış bu ise mavi
mürekkeple yazılmıştır.
Amerika’nın
zengin iş adamı olan Sarpson gerçekten Mihriban’ın tanıdığı gibi birisi mi
yoksa Mirza İsmail’in anlattığı gibi sahtekâr birisi mi okumaya devam ederek
göreceğiz.
İlerleyen Safhalarda ve
Mihriban daha yakından tanışırlar. Acem İsmail, Safa Kok daveti üzerine onların
yanına gelir. Orada Mihriban’a Sarpson’un ne kadar hilekâr yalancı ve sahtekâr
olduğunu ve bunu da ruhlar sayesinde bildiğini söylese de Mihriban asla itimat
vermez ve inanmaz.
Ne
sihirdir ne keramet
Yazar, olayların
garabetine açıklık getirip sihir ve keramet konularında aydınlatıcı bilgiler
yazıyor. Buna göre Mirza İsmail’in kim olduğuna dair beyanat ekliyor. Buna
göre; yapılan işlerin benzerliği ve Büyükada otelindeki olayı birleştirip
sorgulama yapıyor. Sonuç olarak orada bulunan haydutlardan Azmi isimli kişinin
aslında Mirza İsmail olduğunu söylüyor.
Bu kitaba kadar adı
Mirza İsmail olan Azmi aslında Sarpson’dan intikam alma peşinde olan ve Hintli
Prensi de bunun tuzağından kurtarmaya çalışan birisi olduğunu anlıyoruz. Öyleki
Sarpson’un mahkemeye verilmesi ve ceza almasını dahi söyleyerek Hintli aileye
kabul ettiriyor.
Azmi
Azmi Sarpson hakkında
az bilgi ile bile Mihriban’ın Sarpson’dan nefret etmesini başarıyor.
Mihriban’ın gözünde hatta gönlünde Sarpson’un mükemmel bir insan temiz ve
güvenilir bir dost olgusu yıkılıyor. Ama yine de emin olamıyor. O tanıdığı
bildiği adam Azmi’nin düşmanlığını kazanmış ve kendi ailesine de kastetmiş
birisi nasıl olabilir?
Bu sorunun cevabı bütün
ayrıntıları ile AZMİ kitabında, trenle Paris’e gittikleri zaman içerisinde
Mihriban’a tek tek anlatarak ortaya çıkıyor. Belki de romanın tam kalbi burası
dediğim bu bölümü kitabın okunması ve kilidinin çözülmemesi adına yazmayacağım.
Ama şu kadarını yazayım ki Sarpson’a düşmanlık besleyen sadece Azmi değil siz
dahi olabilirsiniz.
Matmazel
Anj
İsmail Azmi Paris’te
mahkeme süreci içerisinde gösteri yaparak gelirini arttırmak maksatlı hazırlığa
başladı. Gösteriye yine başta Safa Kok, Mihriban gelmişse de çok sayıda
izleyici de katılmıştı. İzleyicilerden bir kadın sahneye çıkarak hokkabazlığa
inanmadığını ve İsmail Azmi’nin gerçek mi yoksa şarlatan mı olduğunu ispat için
elinde tuttuğu üç mektuptan birini seçmesini söyledi. İsmail Azmi bir tanesini
seçip tiyatronun kubbesine doğru fırlattı. Gaipteki ses o anda mektubun içinde
yazan yazıyı harfi harfine okudu. Buna kimi güldü kimi şaştı ise de Mihriban
hala o sesin İsmail tarafından çıkarıldığını düşündüğü için gülerek izledi.
Gösterinin ana teması
elbette Sarpson’du. Ve İsmail zaten daha önceden birkaç adamını Paris’e
göndermiş ve gazetecilere Sarpson hakkında beyanatlar vermelerini söylediği
için halk Sarpson’u gıyaben tanıyordu. Gösteri Sarpson’un olayını anlatmaya
gelince yine tiyatro içerisinde bir seda işitildi ve bu ses Anj’ın ruhu
olduğunu söylüyordu.
Anj’ın ruhu benim üstte
yarım bıraktığım ve kitabın kalbi dediğim yeri izleyicilere anlattıktan sonra
başından geçen her şeyi bir bir anlatmaya başladı. Burada tam detaylıca
yazmayacağım ama şu kadarını belirteyim ki Sarpson, Mihriban’ı ele geçirebilmek
ve ailesinin zenginliğinden faydalanabilmek için bütün sahtekârlıklarını ortaya
koymuştu. Anj, İsmail ve Sanço (Anj’ı bebekliğinden beri büyütüp kızı gibi
seven adam) Hindistan’da bir gösteri esnasında Sarpson’u görür. Anj Sarpson’u
eski adıyla Lord Charles’i tanır. Charles yani Sarpson, Anj’ı türlü yalanlarla
kandırmak ister. Anj’da önceki yaşadığı durumun intikamını almak için gönül
vermiş gibi yapar. Sarpson türlü ve kıymetli hediyeleri Anj’a hediye eder. Anj
bütün gerçeği İsmail’e anlatır. Ama babası Sanco’ya anlatamasa da ona da Lord
Charles’in burada olduğunu o yüzden kaçmak gerektiğini söyler.
Kaçtıkları esnada
Sarpson ve adamları tarafından yakalanırlar ve Sanço öldürülür. İsmail ise
yaralanmıştır ama Anj onun da öldüğünü sanır. Sarpson kızı alıp onu güvenli bir
yere hapseder. Anj her ne kadar orada kalsa da Sarpson tarafından darp edilir
ve Anj ölür. Anj işte bu şekilde ruhlar alemine karıştığını ve gökyüzüne
çıkarken İsmail’i Hintli bir ailenin evinde gördüğünü söyler.
Netice
Sarpson
yakalanmış ve mahkemeden önce hapise atılarak mahkeme gününü beklemektedir. İsmail
Azmi ve Mihriban, Sarpson’un yanına giderler. Sarpson her şeyi İsmail Azmi’ye
itiraf eder ama Mihriban’a ise her şeyin İsmail Azmi tarafından yapıldığını ve
iftiraya uğradığını söyler. Söyler ama okuyucunun bile buna inanmaması elde
değil; keza öyle ustalıkla söyler ki inanmamak elde değildir. Mihriban da aynı
şekilde inanmışsa İsmail Azmi bu oyunu da bozar.
Fonograf makinesi
sayesinde İsmail Azmi Sarpson’un itirafını kaydeder ve Mihriban’a dinletir.
Nihayet hapishaneye vardıklarında Sarpson intihar etmiş ve son nefesini Anj
beni öldürüyor diyerek vermiştir.
Aradan iki buçuk yıl
geçmiş ve Mihriban Müslüman olmuş babasının bütün servetini almamak üzere
İstanbul’da İsmail Azmi ile evlenmiştir.
Yorum
Ahmet Midhat Efendi
külliyatı için yapmış olduğum bu hizmetten o kadar memnun ve mutluyum ki ömrümü
buna adadım desem doğrudur. Zira her eseri ayrı bir dünya ve her eseri ayrı bir
lezzet içinde ne okumaktan sıkılıyorum ne de bu hizmeti yapmaktan.
Mümkün olduğunca Ahmet
Midhat Efendi eserlerini TDK basımı olarak tercih ediyorum. Fakat bu eserde
başta s harfleri olmak üzere birçok harf eksikliklerinin olduğunu gördüm. Buna
rağmen bütünlüğü bozmamış olması ve ciddi bir çalışma olması sebebiyle TDK
kitaplarını kesinlikle tavsiye ediyorum.
Kitaba gelince; Sayfa sayısının
çok olması okuyucuyu korkutsa da zaman makinesi gibi içine girdiğinizde sizi alıp götürecek olaylarla karşılaşıyor ve
kitabın sonunda az bile olduğunu düşünüyorsunuz. Her ayrıntı tek tek yazılmış
ve çok büyük bir emek verilmiş olduğunu görüyorsunuz.
Ayrıca Ahmet Midhat
Efendi’nin sadece bir yazar olduğunu söylemek başkalarınca haksızlık addedilse
de şahsımca hakaret sayılır. Ki o, yazarlıktan öte zamanı taşıyan bir zaman
tatarıdır. O dönemde fonograf cihazının yada makinesinin olmasını, elektrik
düğmesiyle zil çalıştırılmasını ama buna rağmen henüz lambaların olmadığını
görüyoruz. Oysa Edison tarafından fonograf cihazı 1877 yılında icat edilmişti.
Kitap ise 1885 yılında yazılmıştır. Bu da demek oluyor ki 8 yılda icat edilen
bir makine nadir de olsa dünyaya tanıtılmış ve kullanıma geçilmiş demektir.
Ahmet Midhat Efendi ise zaten dünyanın her yerine hakim birisi olduğunu
romanlarından biliyoruz. Bu romanında da Senegal, Paris, Hindistan gibi
ülkelere gittik.
0 Yorumlar
BU KONU HAKKINDA FİKİRLERİNİ YAZMAK İSTER MİSİN?