BİR ZAMANLAR AİLE - VEYSEL ALTUNBAY

 

Pos bıyıklı ya da hep bıyıklı babalar vardı hatırlarsanız. Çok değil daha çeyrek asır önce baba demek heybet demekti, saygı demekti. Yorgunluktu diğer adı. Her baba yorgun dönerdi evine. Ve evine dönen her babanın etrafında pervane olan çocukları olurdu. Kimi yastığını getirir, kimi minderini sererdi babasının. Evinin!!hanımı saygıyla karşılardı bu yorgun adamı. Ve yorgunluk “Selamun aleyküm” diyerek içeri girildiğinde kapıda kalırdı.

Kimsenin olmadığı zamanlarda çocuklar için en iyi arkadaş olan babaya, misafir yanında yaklaşmak dahi mümkün değildi. Bırakın yaklaşmayı misafirin olduğu sofraya çocuklar oturamazdı bile. Öyle yan gelip yatmak yok, babanın yanında çocuk olmak, komutanın yanındaki asker gibi olmaktı.

Şaka sevmeyen, çocuklarına “aşkım” diye konuşmayan babalar vardı bir zamanlar. Öyle alttan alan değil, yukarıdan dik dik bakınca eli ayağı kırılan çocukları olurdu bu babaların. Fakat sevgileri yüreklerinde gizliydi. Gururlu, asil ve biraz da Osmanlı yiğitlerinden kalmaydı bu adamlar. Adamdılar…

Ya analar… Baba kadar sağlam, baba gibi güçlü, babanın dağı, evinin kapısı, adam gibi kadınlardı bu analar. O zamanlar o analar şimdinin rahmetlisi, teyzesi, ninesi olan bu yiğit kadınlardan kocalarına “aşkitom” kelimesini asla duyamazdınız. Babalar da söylemezdi ya… Belki de aşk, dilde değil yürekteydi o zamanlar.

Ataerkil bir toplumun yapısı yüzyıllar boyunca süregelmişti. “Biz babadan böyle gördük” der ve babamız gibi olmaya çalışırdık. Rol model denilen fakat bizde “babasına çekmiş yahut anasının kızı” deyimleri hep örnek modeldi.

Sonra kızlarımız duygusallaştı. Annelerinin, ninelerinin toprak damlı evde oturduklarını, ineklerin ve keçilerin bakımıyla ilgilendiklerini, hatta belki de kendilerinin doğumunun tarlada olduğunu unuttular. Ve zorlu bir hayat görmeden kolaya ve hazıra geldiler. Erkek çocuklarımız soğuklarda yırtık ayakkabılarla okula gitmediler. Okullarda sıcaktı evlerde. Yemekte hazırdı para da. Çocuklarımız “Aman hasta olmasınlar!” diyerek büyütüldü. Hastalıklarında ise hemen hastaneye götürülerek ne olduğu bellisiz farmokolojisi bilinmeyen ilaçlarla tedavi uygulandı. Ardından büyüdüler ve annelerinden, babalarından başkalarına, gönül vermeyi öğrendiler. Başkalarını sevip onlara aşık oldular. Oldular ama o aşklar da “yeni nesil”di. Ve çoğunun içinde “smile”ler vardı. Ağlayan, gülen, şaşan, utanan smileler vardı ama duygular yoktu.

Biz babalara gelelim. Kızlarına sarılamayan, eşlerine kırılamayan babalara… Küsseler de, üzülseler de yüreklerinde gizleyen babalar… Elleri nasır tutmuş, yürekleri pamuk gibi babalarımız vardı bir zamanlar. Annelerimizin ellerini tutmaya dahi çekindiği o babalar kaldı mazide. Bir bakışı ile dağları deviren babalar, çocuğu hasta olunca çaresiz ve için için ağlayan babalar, bayram sabahında lastik ayakkabı aldığı çocuğunun sevinciyle mutlu olan babalar… Mazide mi kaldı bunlar? Oysa şimdi çocuklar ne kadar da şanslı. Bir dediği iki edilmeyen babalara sahipler. Ve şimdi çocuklar annelerini babalarını yönetebiliyorlar. Emir veren mi dersiniz, kızanı mı dersiniz bilmiyorum da büyükler küçüldü, küçükler büyüdü sanki. Neyse; geri dön zaman desem o annelerimiz babalarımız dönerler mi geri? Bir bakışıyla torununun yaramazlığını durdurabilir mi dede? Yahut gelinine sabah namazı “Kalk kızım” diyebilir mi nineler?

 

Yorum Gönder

0 Yorumlar

Close Menu