AHMET METİN VE ŞİRZAT - AHMET MİDHAT EFENDİ

 

AHMET METİN VE ŞİRZAT

 

AHMET METİN ve ŞİRZAT

 

YENİ HASAN MELLAH

Türk Dil Kurumunun, Ahmet Midhat Efendi eserlerini büyük bir titizlik ve özverili çalışmasıyla bizlere ulaştırması büyük bir emeğin ve önemli bir değerin değer ölçüsünü göstermektedir. Ahmet Metin ve Şirzat eseri önceki kitaplara göre daha hacimli ve konusu olarak daha karmaşıktır. Genel olarak Ahmet Midhat Efendi’nin yazım tekniği bu eserde de kendini göstermiş ise de daha eserin başlangıcında çok derin bilgilerle bize GEMİLER hakkında bilgi sunarak başlamaktadır. Bu kadar teknik bilgileri bir gemi mühendisinin vereceği cevaplar kadar üstün bilgi sunarak gemilere dair bütün bilgileri aktarmaktadır. Onların nasıl yapıldığından, yapım aşamasında nasıl çalışıldığına kadar her bir noktası anlatılıyor.

Karşımıza bir karakter çıkıyor ve bu karakterin adı Ahmet Metin. Ahmet Metin o güne kadar kimsenin bilmediği bilse de (görerek) baktığında gülmemek için zorlandığı bir gemi yaptırıyor. Bu gemi tam bir fincan şeklinde olup sadece kulpu yok.

Ahmet Metin bu komik eseriyle aslında hiç de gülünecek adamlardan değil, bizatihi aklı başında ve bir o kadar da zeki bir adamdır. Babadan kalma büyük bir zenginliği olsa da savurgan olmayıp, içki ve eğlence gibi işlerden uzak kalmış onlara zaman harcamanın kendisinin hayallerine engel olacağını düşünmüştür. O döneme göre telaffuz edilen “tütün”ü dahi şöyle ifade etmiştir; “Ne yapayım o dumanı ki, ağzımdan girip burnumdan çıkarak tadı tuzu olmadığı halde beni bir sobaya benzetiyor.”

Ahmet Metin annesini kendisi daha küçük bir çocukken kaybetmiş, babası da ikinci evliliğini yapmıştır. İkinci anneden iki kız kardeşi olmuş kendisi de evin tek erkek çocuğu olduğu için bir dediği iki olmamıştır. Olabildiğince her istekleri yerine getirilmiş ama buna rağmen Ahmet Metin hedefleri doğrultusundan hiç şaşmamıştır. O aklına bir şey geldiği zaman yapmak için hiçbir engel tanımayan biridir.

Ahmet Metin yaptırdığı geminin en ince hesaplarını dahi milimetrik olarak incelediği bir esnada yanına eski arkadaşlarından Abdulbaki Beyefendi ve onun yanında da Hasip Efendi, Nedim Bey, Şeyda Bey ve Ferruh Efendi gelmişlerdir.

Gelen misafirler de anlam veremedikleri bu garip gemiye hayretler içinde bakmışlardır. Ahmet Metin tam tafsilatlı tam donanımlı bir şekilde onlara gemisinin özelliklerini ve denizde batmadan yol almasının tekniklerini bir bir anlatmıştır. Tabi kimisi anlamış kimisi anlamamıştır ama Ahmet Metin için her şey yolundadır.

Fakat kitapta bundan öncesine giderek bu aşamaya nasıl gelindiği de anlatıyor buna göre; Ahmet Metin zenginliğin verdiği özgürlükle her şeyi görmüş birisidir. Annesinin evlenmesini istemesi ile Ahmet Metin yurtdışına da gitmeyi zira evlenirse gidemeyeceğini söyler. Bir gemiye binerek Paris’e gider. Orada iki yıl kadar kalır. Her ortamı görmüş olmasına rağmen o bunların hiçbirinden memnun olmamıştır. Ona göre “Bir insan babasının malı ile zengin olabilir ama o malı tüketmesi o kişinin hakkı değildir” diyerek kendisine başka bir eğlence aramaya karar verir. Nihayet denizcilerden, balıkçılardan duyduğu üzere yunus balığı avına karar verir. Bunun için İstanbul’a gelir ve gemi yaptırmaya karar verir. Gemicilik ve gemi yapımı ile ilgili bütün bilgileri araştırır. O dönemde kari ve kariyecilik bir maslık dalı olduğu için kendisine kitapları okuyacak bir okur aramaya karar verir. Fransız bir adam olan George bu görevi üstlenir. Onlar ilerleyen zamanda öyle bir samimi olurlar ki bir baba oğul gibi birbirlerini severler. Ahmet Metin öğrendiği bilgiler doğrultusunda gemiyi yaptırır. George ise ilerleyen yaşından dolayı Fransa’ya gitmek zorunda kalır.

Ahmet Metin roman okumayı da çok seven birisidir. Bir gün eline bir kitap geçer ve okumaya başlar. Kitap Selçuklu döneminde bir beyzade olan Şirzat’ın İtalya seferini ve maceralarını anlatmaktadır. Ahmet Metin Şirzat’ın bıraktığı izleri bulmaya karar verir. Kitabın başında yazılan fincan gibi olan gemiyi yaptırmaya karar verir. Fincan gibi dediğimize bakmayın, Ahmet Midhat Efendi de o şekilde tabir ediyor; Yirmibir metre boyunda, yedi metre arzında ( yüksekliğinde) beş metre umkunda (su altında) bir gemidir bu.

İşte bu tekne yapıldığı esnada Abdulbaki Beyefendi ve arkadaşları gelmişti. Onlardan başka gelenlerde olmuştu. Ahbaplarından birisi Ahmet Metin’in bu gemiyi yaptırmasını, Şirzat’ı aramasını Hasan Mellah’a benzetmiştir. Ahmet Metin elbette anlamamıştır ve ahbabı:

-     Bizim Ahmet Mithat’ın Hasan Mellah diye bir romanı var. Sen de Hasan Mellah gibi olmaya çalışıyorsun

Diyor. Ahmet Metin hemen o romanı temin ederek okuyor ve daha sonra o arkadaşına “Evet ben Hasan Mellah gibi olmak istiyorum. Yalnız o Cusellayı ben ise Şirzat’ı arayacağım” diyor. ( Hasan Mellah isimli roman takrizlerimizin içerisinde bulunmaktadır. Müthiş bir kitaptır.)

 

YENİ MELİKETÜ’L BAHR

 

Gemi Ahmet Metin'in her bir zerresine kontrolü dahilinde tamamlandı. Çivisinden tutunda yatak yerlerine kadar her bir şeyi tek tek kendisi almış ve yaptırmıştır. Ortaya herkesin hayran kaldığı müthiş bir gemi çıkmıştır. Bu yolculuğunda kendisine refakat etmek isteyenler olmuşsa da kimisi evli kimisi memur olduğu için Ahmet Metin kabul etmemiştir. Hüseyin Basri isminde yeni mezun bir gençte bu yolculuğa talip olduğunu evli ve memur olmadığını söylemiştir. Hiçbir engeli olmadığı için Ahmet Metin kabul etmiştir. Gemiye ayrıca bir kaptan (Ömer kaptan) bir hesapçı (Ömer kaptanın oğlu Süreyya Efendi) 3 tayfa (üçünün de adı Mehmet olduğu için lakaplarıyla anılacaklardır) , Tayfabaşı Hacı Çavuş, aşçı (Mehmet) ve 2 kadın (Vasiliki ve Katrina) alınır. Kadınlar temizlik ve yemek işleri ile ilgilenecektir. Vasiliki zaten annesinin yanında hizmetçilik eden birisi olduğu için Katrina ise Paris'te tanıdığı olduğu için Ahmet Metin'in yanındadır. Nihayet gemi ( Meliketü'l-Bahr) suya indirilir ve deneme gezintilerine çıkılır. Gemi herkesin beklentisinden daha iyi çıkmıştır.


BİR ESKİ AŞİNA

Hüseyin Basri mecburi bir sebepten dolayı son anda yolculuktan vazgeçer. O bir paşanın oğluna refakaten Paris'e gitmesi gerekmektedir. Gemi nihayet denize açılmış uygun limanlarda dura dura gitmektelerdir.

Gemide Ahmet Metin için Vasiliki bambaşka bir değerdedir. Fakat bu farklılığı bir tarafta Süreyya görüp kıskanmakta diğer tarafta Katrina kıskanmaktadır.

Vasiliki Süreyya'yı seviyor. Fakat bunu ona belli etmekten çok korkuyor. Ya reddederse diye...

Atina taraflarında limanda durmuşlardı. Ahmet Metin orada bir karı koca ile tanışmıştı. Madam Çokogano'yu tanıyacak gibi oluyor ama bir türlü bulamıyordu. Bu seyahate madam Çokogano'da gelmek istmişse de kocası kabul etmemiştir.

Başka bir gün sabah kahvaltısına davet üzere Çokogano Ahmet Metin'i davet etmiştir.
Ahmet Metin madam çokoganoyu hatırlamış yıllar önce babasıyla evlerinde kaldığı kadın olduğunu bulmuştu. Kocası Koçagari isminde bir adamdı. Ahmet Metin böyle birini tanıyıp tanımadığını sorduğunda Madam Çokogano yüzü değişmişse de tanımadığını söylemiştir

MADAM ÇOKOGANO

Yıllar önce Madam Çokogano 'nun ailesi ve dünyaya gelişi hakkında bilgi veriliyor.  

Bizim Madam Çokogano diye bildiğimiz aslında Neofori isminde Paris’te gün süren bir aşüftedir. Kocası Akilo Koçagari, Neofori henüz 13-14 yaşlarındayken göz koymuş ve evlilik çağına gelince evlenmeyi göze almış birisidir. Akilo’nun yaşı Neofori’den çok daha büyük olmasına rağmen her şeyi göze almış ve Neofori’nin kalbini çalmayı başarmıştır.

Akilo’nun yaşlı, Neofori’nin genç olması elbette sorunlara neden olmuştur. Neofori gençliğinin baharında ve kocası tarafından bir dediği iki yapılmamaktadır. Bu uzun süre devam etmiş artık Akilo karısının isteklerinden bıkmış bir hale gelmiştir. Bu arada çiftliğe genç ve yakışıklı Nikolso bir ziyaret için geldiğinde Neofori’nin gönlü Nikolso’ya kaymıştır. Akilo bunu fark etmiş o yüzden yaz aylarını geçirmek üzere Paris’e gitmişlerdir. Kış geldiğinde Akilo Rusya’ya dönmek istemiş ve karısına da söylemişse de karısı kabul etmemiş ve biçare adam tek dönmek zorunda kalmıştır. Neofori ise aşığı Nikolso ile bu fırsatı değerlendirerek gün sürmüştür. Bir müddet sonra kocası bu kadınla baş edemeyeceğini anlayarak Rusya’da kalmıştır. Neofori ise genç aşığı Nikolso ile sahte karı koca ilişkisi yaşamaktadır.

İşte bizim Ahmet Metin’in “Bu kadını nereden tanıyorum?” diye zorlandığı husus burasıdır. O çocukken bu kadının eşi Akilo’yu görmüştü. Şimdi ise yanında Nikolso olmasından dolayı tereddüt etmişti.

Neofori sahte kocası Nikolso’dan da usanmıştır. Fakat o dönem Neofori’de bir deniz aşkı doğmuş ve denize açılmak istemiştir. Deniz seyahatine ise mecburen ve gönülsüz de olsa Nikolso ile çıkmışlar, İstanbul’a kadar gelmişlerdir. Hatta Meliketü’l Bahr hakkında çıkan haberlerden dolayı merak etmiş Neofori dahi inşaat halindeyken bu gemiyi ziyaret etmiştir.

SAFHA-İ TARİHE BİR NAZAR

Önceki konuda kaldığımız yerden devam ediyoruz…

Ahmet Metin ve Neofori arasında başlayan sohbet, bir tarihçinin tarih konferansı kadar güzel bir sohbette ilerliyordu. Ahmet Metin’in her dediğini Neofori pür dikkat dinliyor ve Ahmet Metin’e olan hayranlığı artıyordu. Nihayet konu Şirzat’a kadar gelmiş ve Ahmet Metin bu yolculuğu yapmasının sebebi Şirzat’ın yaşadığı yerleri görmek istemesinden dolayı olduğunu söyledi. Neofori de bu yolculuğa katılmayı teklif etti. Kendi gemileriyle Melikü’l Bahr’ı takip ederek gelmek istediğini söyledi. Her ne kadar Nikolso kıskandığı için kabul etmek istememiş olsa da Ahmet Metin ve Neofori ablaşmışlar ve bu yolculuğun planını dahi hazırlamışlardı.

PİRE’DEN OTRANTO’YA

Şuna artık eminim ki Ahmet Midhat Efendi bir yazardan öte insanüstü yetenekleri ve insanüstü hayal ve/veya gerçek gücü bulunan birisidir. Kitap içerisinde Ahmet Metin’e can veren, onu konuşturup deniz seyahatine çıkaran kişi elbette yazarın kendisidir. Ahmet Metin ise sınırsız bir bilgiye sahip gibi gemi ile gittikleri her ülkenin, şehrinin, kasabasının, köyünün hatta oralarda bulunan körfezlerinden, kalelerine kadar her şeyini bilen birisidir. Kitabın kalın muhteviyatı ise işte bu konuşmalar ve anlatımlardan dolayıdır.

Madam Nikolso’nun Ahmet Metin’e olan hayranlığı artık gözlerden kaçmaz olmuştu. Bu elbette Süreyya için iyi bir fırsattı. Ahmet Metin’de Nikolso’ya ilgi duyarsa Vasiliki için Süreyya’nın korkacak bir durumu kalmamış olacaktır. Zaten Süreyya ise Nikolso’yu öve öve bitiremiyor Ahmet Metin’in daha çok ilgi duyması için elinden geleni yapıyordu. Hatta Ahmet Metin Süreyya’nın bu kadına aşık bile olduğunu düşünmesine neden olmuştu. Ya Vasiliki? Onun da gönlü her ne kadar Süreyya’da olsa da o zerre kadar bu duygularını Süreyya’ya yansıtmıyor hatta Süreyya’nın teklifini dahi reddediyordu.

Sefinenin bir de Hacı Çavuş ve Katrinası vardı değil mi? Onlar da az değiller ya… Ömer Kaptanın içi içini yese de pek karışmıyor gibi görünse de yine de Hacı Çavuş’u kıskanmıyor da değil.

Bu arada Ahmet Metin’in dikkatini çeken bir şey oldu; uzun zamandır peşlerinde kendilerini takip eden yamalı yelkenli bir sandalı gördü. Durumun kötüye gideceğini gemidekilere söyledi. Onlar da teyakkuzda bekleyerek hazır beklediler. Nihayet limana yanaştıkları bir zamanda sabaha karşı o sandaldakiler gemiye saldırdılar. Nikolos’un gemisi bu saldırı da tamamen yandı. Korsanlar tarafından da soyuldu. Bu saldıya Meliketü’l Bahr’dekiler de karşılık verdi ve içlerinden birini öldürdü. Diğerleri ise kaçtı ve gitti.

ROMAN İÇİNDE ROMAN

Nikolos ve Neofori, Ahmet Metin’in gemisine yerleşmek zorunda kalmışlardı. Neofori, Ahmet Metin’e gönül vermiş ve artık kıskançlık derecesinde bir tutku yaşıyordu. Düzmece kocası Nikolos’tan kendini iyice uzaklaştırmıştı. Bu arada Neofori ve Katarina gizlice bir hain planı konuşmak için buluşmuşlardı. Bu buluşma neticesinde aldıkları karar; Vasiliki’yi kimse belli etmeden öldürüp ortadan kaldırmaktı. Çünkü en büyük rakibi Vasiliki idi. Tam o esnada Neofori ve Katarina’nın bu konuşmasını bir kılavuz duymuş ve hemen gidip Vasiliki’ye anlatmaya çalışmış ise de aynı dili konuşamadıkları için hain planı söyleyememiştir. Neofori ve Katarina kılavuzun kendilerini dinlediğini fark etmiş oldukları için o gece kılavuzun sarhoş uyuması için içirmişler ve o uyuduktan sonra boğazına ağır bir kurşun bağlayıp denize atmışlardır. Neofori işte bu kadar zalim vicdansız ve şeytan bir kadındır.

Bu olayın üstüne bir de Vasiliki’nin öldürülmesi uygun olmayacağı için onu da hırsızlık iftirası ile gemiden attırılması sağlanacaktı. Ne var ki yaltakçısı Katarina, Neofori’nin bir takım eşyalarını yanlışlıkla düzmece kocası Nikolos’un çekmecesine koymuştu. Nikolos yakalandığında ise sadece Katarina’nın koydukları değil daha başka olarak da gemileri yakıldığında Neofori’nin çantasında bulunan mücevharatların hepsini de çalmıştı. Böylelikle bir limanda Nikolos gemiden kovulmuş gönderilmişti.

Neofori için artık tek sorun Vasiliki kalmıştı ama onun da zamanı vardı. Bir ara Ahmet Metin ona şöyle dedi; Ben iki kadın arasında kaldım. Vasiliki’yi bir başkasıyla evlendirirsem bu onun için iyi olacak ama bende üzüleceğim. Diğer kadın da sizsiniz madam, güzelliğiniz ve cazibeniz karşısında kendimi alıkoyamıyorum.

Bu sözler Neofori’nin içini rahatlatmış, Ahmet Metin’in kendine duyduğu güvenden emin olmasını sağlamıştır.

***

Bir akşam yemeğinde Ahmet Metin, Süreyya’nın gemicilik sanatında başarılı olduğunu övmüş bu esnada Süreyya da Vasiliki de mutlu olmuşlardı. Yemek sonrasında yine Ahmet Metin, Vasiliki’ye bir baba gibi nasihatlar vermiştir. Herkes odasına çekilip gidince Vasiliki ve Süreyya baş başa kalmışlar ve Ahmet Metin’in bu övgülerini konuşmuşlardır. Vasiliki, Süreyya’nın efendi ve dürüstlüğünün böyle devam etmesi şartıyla gönlüne başka kimsenin girmeyeceğinin sözünü vermiştir. Süreyya’nın sevincine diyecek yok, Vasiliki’ye sarılmış ve alnından öpüp güverteye çıkmıştır. Fakat bir ses “Aşk olsun” demişse de kimse duymamıştır. Bu ses kimin bilmiyoruz. İlerleyen bölümlerde çıkar mı göreceğiz.

SİCİLYA’DA ŞİRZAT

Fener burnundan ilerleyen sefine bir limanda durduğu esnada gazeteci bir çocuk bağırır “Osmanlı gemisinde bir Türk’ün düellosu haberi yazıyor!” Ahmet Metin gazeteyi alıp Neofori ile birlikte okuduğunda şöyle yazıyordu; Osmanlı gemisinde bir Osmanlı, gazete idaresini basıp muharrir ile girdiği düelloda can verdi. Elbette bu kişi Nikolos’tu. Daha önce de iftira olarak hakkında yazılanları tekzip ettirmek için gazete idaresine gitmiş ve editörle aralarında münakaşa sonucu düelloya çıkmış ve kalbinden vurularak öldürülmüştür. Fakat Ahmet Metin’in derdi başka, o bir Osmanlının adının kullanılmasına kızmıştır. Kibar ve asilzade genç Ahmet Metin de gazete idaresine giderek durumu anlatır ve tekzip edilmesini sağlar. Hatırı sayılır bir de para vererek gazete her zamankinden daha fazla basılır.

Ahmet Metin’in gemisi nihayet Şirzat’ın olduğu yerlere gelmiştir. Burası İtalya’nın en büyük adası Sicilya’da bulunan Pelegrino Dağı civarıdır. Buraya Vasiliki, Neofori ve Ahmet Metin beraber gelmişlerdir. Bu yüksek dağa birlikte çıkmışlar orada bulunan Santa Rozalya Mağarası denilen yere gelmişlerdir. Burada Şirzat yemek yemiş arkadaşlarıyla oturmuştur. Ahmet Metin de bu mağarada oturmuş ve Neofori’ye Şirzat hakkında hayatına dair bilgiler vermiştir.

(Ahmet Metin mi dersiniz, Ahmet Midhat Efendi mi dersiniz bilmiyorum ama olağanüstü bir bilgi ve insanüstü bir yazım tekniği olduğunu inkâr etmek mümkün değildir.)

Kitabın asıl adına uygun olarak Şirzat hikâyesi bu bölümlerden itibaren başlamış olup Ahmet Metin, Neofori’ye Şirzat Romanını bire bir anlatmakta ve Selçuk-i Şirzat zamanında yaşanılan her bir şeyi tek tek aktarmaktadır. Evet, Şirzat romanını Ahmet Metin bir Yahudi sahaftan alıp okumakla başlayan bir macera, sonucu İstanbul’dan Sicilya’ya kadar uzanan bir roman ortaya çıkarmıştır.

 

ESKİ ROBENSON

Şirzat asilzade bir kahraman olup Ahmet Metin onun hikayesini Robenson’un bir adada yalnız kalan kız ve gencin hikayesi üzerinden anlatmaya başlamıştır. Fakat bu eski Robenson Şirzat’tır.

Elbette Şirzat hikayesi öyle kısaca anlatılıp izahat vermeye yetersiz büyüklükte olup çok muhteşem olduğunu da ve sayfalarca hikayeyi okumaktan bıkmadan bitirdiğimi de itiraf etmeliyim. Yine de kısaca izah etmek gerekirse;

Şirzat esir olduğu gemide Roza’nın dikkatini celp etmiş hatta Roza ona ilgi bile duymaya başlamıştı. Bir ara gemi fırtınaya yakalanmış o hengamede Roza dengesini kaybederek denize düşmüştür. Şirzat ise hemen kızın ardından kendini denize atmıştır. Dalgalar arasında kaybolan iki gencin öldüğü gemidekiler tarafından kabul edilince terk olunup gitmişlerdir.

Fakat Şirzat, Roza’yı kurtarmış sabaha karşı denizde sürüklene sürüklene kendilerini bir adaya atmışlardır. Ada ki hem ıssız hem de gemi, sandal gibi kendilerini kurtaracak kimsenin geçmeyeceği bir yerdir.

Burada bir Müslüman Şirzat ile hristiyan Roza birlikte yaşamaya mecbur olmuşlardır. Nihayet beş buçuk ay sonra bir Türk gemisi oraya av için geldiğinde bu tesadüf ile kurtulabilmişlerdir.

NETAYİÇ

Şirzat ve Roza nihayet kurtulmuşlar ve Şirzat’ın ısrarı üzerine annesine tertemiz ve el değmemiş şekilde teslim etmiştir. Roza ise Şirzat ile gelmek istediğini söyleyerek ve Müslüman olarak Anadolu’ya gelmiştir.

Sefine artık görevini tamamlamış Şirzat’ın yaşadığı bu yerlere gelmiş ve Ahmet Metin buraları adım adım gezmiştir.  Gelelim gemi içindeki dönüş güzergahında yaşananlara;

Hani yukarıda “aşk olsun” sesini duymuştuk; o ses Ahmet Metin’in sesiymiş. Ahmet Metin, Vasiliki ile Süreyyanın birbirilerine gönül verdiğini öğrenmiş ve iki aşığa da teyit ettirerek nişanlamıştır. Neofori ise Osmanlıca bilmediğinden bir şeyler döndüğünü sezmiş ise de anlamamış fakat içi içini yemiştir. Sabah Ahmet Metin’den her şeyi öğrenmiş olunca kendisi de Ahmet Metin’e olan sevdasını söylemiştir. Ahmet Metin nasıl ki Vasiliki’ye bir baba gibi öğütler vermiş, kızı gibi görüp sevmişse aynı şekilde Neofori’ye de öğütler vererek ona “senin öcelik olarak değer verip seveceğin bir kocan ve kızın bir de yaşamaya layık olduğun bir memleketin var” diyerek bu ilişkinin olmayacağını izah etmiştir.

Netice olarak Neofori memkeletine vasıl olmuş ve kocasının yanına gitmiştir. Aradan uzunca bir zaman gelince gazetelerde bir kara haber yazılmış ve Ahmet Metin okuyarak üzülmüştür; Neofori kocasıyla bir gün balığa gittiği esnada su kenarında ayağının altındaki toprağın kaymasıyla suya düşmüş ve yaşlı kocası da Neofori’yi kurtaramamış ve boğularak can vermiştir.

 

SONUÇ

 

Ahmet Midhat Efendi’nin en önemli eserleri arasında yer alan bu muhteşem, harika, mükemmel, artık ne övsek az olacağı muhakkak olan bu eseri kısa sürede bitirdim.  Bu eserde neler öğrendik;

-Dostluk, vefa, sadakat, güven

-Geminin nasıl yapıldığını

-Kaplumbağa etinin yenilebilir ve lezzetli oluşunu

- suda boğulmamak için ne yapılması gerektiğini

-Köpekbalığının siyah renkten korktuğunu (dalgıç elbiseleri bu yüzden siyah renkliymiş)

-Issız adada nasıl hayatta kalınacağını

-Bir çakı ve çakmaktaşlarıyla ateş yakılabileceğini

-ön yargının insanın başına neler açtığını

Ve daha neler neler…

 


KİTABIN ADI           : AHMET METİN ve ŞİRZAT

YAZARI                     : AHMET MİDHAT EFENDİ

YAYINEVİ                 : TDK/ 2013/ 743 SAYFA

HAZIRLAYANLAR   : FAZIL GÖKÇEK – ÖZLEM NEMUTLU


Yorum Gönder

0 Yorumlar

Close Menu