Gürkan Kadıoğlu ile Söyleşi

 Merhaba. Edebikitap.com olarak edebiyata ve edebiyatçıya destek olmaya onların kitaplarını okuyarak daha geniş kitlelere ulaştırmaya çalışıyoruz. Amacımız sadece takriz ve tanıtım değil, bilakis edebiyatın içinde yaşamak en büyük emelimizdir. Bu minvalde değerli yazarlar ile yaptığımız söyleşileri okuyucular ile buluşturmak da diğer bir gayemiz diyebiliriz.

Bu söyleşimizi Gürkan Kadıoğlu ile birlikte gerçekleştireceğiz. Gürkan, hem genç bir kalem hem de yetenekli bir yazardır. Kitapları sıradan değil sıra dışıdır. Karakterleri bizzat kendisi var etmekte ve onlara kendi dünyalarını kurma şansı vermektedir. Gürkan ile son kitabı başta olmak üzere yazım hayatına dair söyleşimizi ilk sorumuzu sorarak başlatmak istiyorum;

E.K : Gürkan Kadıoğlu kimdir? Bize kendinizi tanıtır mısınız?

G.K : Öncelikle merhabalar. Ben 7 Eylül 1999, Trabzon doğumluyum. Fakat Trabzonlu değilim. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım Yalova ve İstanbul arasında mekik dokuyarak geçti. Yalova gibi küçük bir sahil şehrinde büyümek, bir bakıma içimdeki yazım ve sanat dünyasını canlandırdı diyebilirim. Bu yönden kendimi şanslı olarak görüyorum. 2018 sonrasında ise lisans eğitimi için Eskişehir’e geldim. Osmangazi Üniversitesi’nde Jeoloji Mühendisliği eğitimi alıyorum.

E.K : Derin bir yazım dünyanız olduğunu daha ilk satırlardan anlıyoruz. Fakat her yazarın bir derinliği vardır ve bu derinlere inildikçe ışığa ihtiyaç duyulur. Peki sizin ışığını aldığınız yazarınız kimdir?

G.K :Yazı yazma eylemi, aslında benim için edebiyata hizmet etmenin çok ötesinde bir durum. Hatta hislerimi somut bir biçimde anlatmanın en etkili yolu. Kendi inşa ettiğim metinlerde bu yol bazen beni kendi yazdıklarımın arasında yitirecek kadar zorluyor. Dolayısıyla ortaya çıkan anlatıyı daha farklı şekilde ifade edebilmek için alternatif yollar arıyorum. Metafor kullanmak gibi. Eğer gerçekten bir ışık varsa, genellikle bu anlarda postmodern yazarlar bana kılavuzluk edebiliyor. Fakat doğrudan yazım dünyama kaynak olan herhangi bir yazar var diyemem.

E.K : Sevgili Gürkan, Majer Mayer ve Kara Timsah kitabını okuduk ve gerçekten de çok beğendik. Majer’i çok iyi tanıyoruz. Fakat Kara Timsah’ı bize anlatabilir misin? Neden timsah?

G.K : Majer Mayer ve Kara Timsah’ı yazmaya başlamadan önce aklımda yalnızca ortaya absürt, mizahi bir hikâye çıkarma fikri vardı. Bununla alakalı neler yapabilirim diye düşünürken, aniden zihnimde siyah renkli bir timsah görüntüsü canlandı. Fakat tamamen anlık bir düşünceydi. Sonra bu fikrin üzerine gittim; çünkü konuşan, kara bir timsahı tasavvur etmek, aynı zamanda beraberinde birçok soruyu da getiriyordu. Tam olarak bu noktada, hikâyenin ana hatları oluşmaya başlamıştı. Artık yalnızca absürt bir hikâye değil, bir timsahın şehirde insan gibi yaşamak isterse nasıl toplumsal kalıplarla karşılaşacağını muhakeme eden, bunu tartışan bir hikâye de yaratmış olacaktım. Böylece kurgunun tabanını oluşturduktan sonra, Kara Timsah’ın niteliklerini biraz daha genişletmek istedim. Son yıllarda birçok coğrafyada yaşanmış ve yaşanmakta olan siyasi meselelerden esinlenerek, kitabın geçtiği şehir için bir distopya ördüm. Bu distopya ile kitabın hem metaforik hem politik hem de eleştirel bir doku kazanacağını düşündüm. Kara Timsah, tüm bu siyasi meselelerde rol alan absürt bir karakterdi. Açıkçası ortadaki durumun orijinal olması için, Kara Timsah’tan daha iyi bir seçenek yoktu. Özetle, bu hikâye için bir timsahı seçmem tamamen tesadüfi bir biçimde gelişti. Fakat yakıştığını da inkâr edemem…

E.K : Tabi kendi halinde yaşayan Majer Mayer de hiç umulmadık bir maceraya girişiyor. Aslında Majer buna kendi başına cesaret edemez. Bu cesareti de Timsah’tan mı alıyor?

G.K : Majer Mayer, kelimenin tam anlamıyla orta hâlli bir adam. Fakat onu orta halli yapan şey yalnızca maddi imkânları değil; hayatı bir bütün olarak sıradanlıktan ibaret, hisleri, hayalleri, düşünceleri… Tam olarak sisteme boyun eğmiş, sistemin arasında sıkışmış kalmış, öylesine bir adam. Kitapta bu kavramın üzerinde sıkça durmayı tercih ettim; çünkü günümüz dünyasında da sistem dediğimiz yapı insanlara bu şekilde tesir ediyor. Daha doğrusu insanları bu hâle sokuyor. Hepimiz belli kalıpların arasında yaşayan, gündüzü ve gecesi belli, yarınına dair hiçbir merakı olmayan insanlara dönüşüyoruz. Özel olarak bir şeyler üretme isteğimizi kaybedip isimlerimizi yitiriyoruz. İsimler yitince geriye, sistemin bize biçtiği unvanlar kalıyor. Bana göre şimdiye dek edebiyat dünyasına kazandırılmış birçok eserde de aynı durum hep farklı biçimlerde ifade edildi. Toplumun genel profiline sadık, hiçbir risk gözetmeden kalabalığı takip eden karakterlerin, dönüşümlerini çeşitli şekillerde okuduk. Ben buna uyanış diyorum. Majer Mayer ve Kara Timsah kitabına gelecek olursak, kitapta da aynı dönüşümü okuyoruz. Timsahın bir ara Majer’e kurduğu şu cümleleri alıntılamak istiyorum: “Kimi zamanlar, hepimiz, her ne kalabalığın basit


birer parçası olduğumuzu bilsek de içimizdeki özgün ve kahraman dürtüye yenik düşeriz. Kahraman diyorum, çünkü toplumun karakterinden ayrılmış, aykırı ve onlar gibi olmadığını, özel olduğunu iddia eden bir tarafımız vardır.” Kitaptaki bu alıntının, gerçek dünyamızda da yeri olduğuna inanıyorum. İnsanlar var olabilmek, standardı tutturabilmek için hayatlarını ezberlenmiş bir biçimde yaşıyorlar. Fakat hepsinin içinde aslında bir aykırılık, başkaldırı var. Esas mesele bunu fark edebilmekte sanırım. Başını kaldırıp gerçekten etrafına bakabilmekte. Kitapta, Majer’in başını kaldırıp gerçekten etrafına bakmasına elbette Kara Timsah sebep oluyor. Onun uyanış ateşini yakıyor; orta hâlli bir adam değil de gerçekten bir ismi olduğunu hatırlatıyor. Zaten kitabın sonunda da artık Majer’in kendi ismini kazanışını okuyoruz, Majer dönüşümünü tamamlıyor.

E.K :  Bu kitap haricinde 3 kitabınız daha var. Bize onlardan da bahsedebilir misin?

G.K : Tabii. Majer Mayer ve Kara Timsah’tan önce, en son satışa çıkan kitabım Pitsim Garı. Tarihsel bilimkurgu türünde bir eser. Fihrist Kitap tarafından yayımlandı. Bir diğeri ise Hayalet. Postmodern türde bir eser. Kitap, bir çocuk ve onun dolabının arkasından çıkıp gelen Hayalet isimli bir karakterin arasındaki diyaloglarla geçiyor. Tamamen metaforik bir eser. O da Sapiens Yayınları’ndan çıktı. Bunlardan önce, ilk yayımlanan kitabım ise Unutulmuş Yüzyıl, fantastik türde bir kitap.

E.K : Gürkan, yeni çalışman var mı? Varsa bize biraz bilgi verebilir misin?

G.K :Bu aralar kendimi tamamen Majer Mayer ve Kara Timsah’ın seyrine bıraktım. Okurları dinliyorum, nabız yokluyorum. Ara ara yazdığım öykülerden başka, sanırım bir süre yeni bir şey üretmeyeceğim.

E.K : Gürkan, okurluktan yazarlığa geçişin nasıl oldu? Buna nasıl karar verdin?

G.K : Belki biraz ilginç olacak ama benim için bu durum tamamen ters bir şekilde gerçekleşti. Birçok yazarın aksine, ben yazarlıktan okurluğa geçiş yaptım. Geri dönüp baktığım zaman hayatımın hiçbir döneminde bir kitap kurdu ya da çok okuyan biriymiş gibi tanımlayamadım kendimi. İlk gençlik yıllarımda edebiyat benim için yalnızca bir ders ismiydi. Hatta ne yalan söyleyeyim, edebiyatın ruhu bana o dönem fazlaca ağır gelirdi. Şu an bile kendimi edebiyat sevdalısı bir adam olarak görmüyorum. Edebiyat, benim için daha çok bir araç vasfında. Yazmaya karşı olan ilgim ise tamamen içimden taşan hisleri aktarma isteğiyle vuku buldu. Otodidakt bir durumdan bahsedebiliriz. Dolayısıyla ben yazmaya karar vermedim; yazabildiğimi keşfettim. Bu keşif, o yaşlarımda iç dünyam için adeta bir devrim niteliğindeydi. 18 yaşımdan sonra hayatı artık bir de yazdığım perspektiften yorumlamaya başladım. Öğrendiğim kavramların yeri değişti. İlk yazdığım zamanlar hiç olmadığı kadar sokaklara karışmayı, gözlemlemeyi, zihnimi yontmayı, manzara kovalamayı denedim. Kendimi ayılmış gibi hissediyordum. Zaten daha sonra bu farkındalığı yitirmemek adına hiçbir zaman da yazmayı bırakmadım. Şimdilerde bu sürecin refleks hâline evrildiği bir dönemdeyim.

E.K : Son olarak okuyucularınıza ve kitapseverlere söylemek istediğiniz bir mesajınız var mı?

G.K : Yazmak kadar farkındalık oluşturan, zihin jimnastiği yaptıran bir şey varsa o da okumaktır. Var olanı, görüleni-görülmeyeni, bildiğini dahi tekrar tekrar sorgulatmayı amaçlayan her türlü yararlı metni okumayı bırakmasınlar. Bu benim eserim ya da bir başkasının ürünü olabilir. Yararlı bir alıntıyı okumak, bir yazarın veya sanatçının yaşam derdine ortak olmak demektir. Bir süreliğine onun bedenine taşınmak, onun gibi olmanın ne demek olduğunu anlamak demektir. Yazar, sanatçı ve okur arasındaki bu uyumun kaybolmamasını, daha da artarak okur nüfusunun genişlemesini temenni ediyorum.

E.K : Harika bir söyleşi oldu. Biraz da biz şımartılmak istesek edebikitap.com hakkında bir şeyler söyler misin?

G.K :Okur yararına yapılan, insanlara kitapları ve yazarları tanıtmayı amaçlayan her platform övgüyü hak ediyor. Çabanız, ilginiz dilerim ki daha fazla insanın okumaya yönelmesini sağlar. Bu söyleşiyle sitenizde bana yer açtığınız için teşekkür ederim.

E.K : Bu değerli söyleşimize katıldığın için sana çok teşekkür ediyoruz. Nice güzel kitaplarınıza ulaşmak dileğiyle.

Yorum Gönder

0 Yorumlar

Close Menu