Kitabın arka kapağından: “Usta yazarın
belki de en etkileyici yapıtı olan, sinemaya da uyarlanmış “Körlük” toplumsal
yaşamın nasıl bir vahşete dönüşebileceğini, müthiş bir incelikle gözler önüne
sererken, insana dair son umut kırıntısını da bir kadının tek başına
örgütlediği dayanışma ve direniş örneğiyle sergileyen unutulmaz eserler
arasında yerini almıştır.”
Yeşil ışık araçlara yanınca öndeki
arabanın sürücüsünün hareket etmediğini gören arka taraftaki sürücüler oldukça
sinirlenerek kornaya bastılarsa da bir şey değiştirmemişti. Herkes arabadan
inerek hareket etmeyen arabaya yaklaştıklarında içindeki adam bir şeyler
söyleyerek bağırıyor el kol hareketleri yaparak bir şeyler arıyordu. Sonunda
kapıyı açarak adamın derdini anlamaya çalıştılar adam “kör oldum” diye
bağırıyordu.
Olaylar böyle başladı ilk kör adamla.
Oradaki sürücülerden birinin yardımıyla da olsa evine gelebildi ve karısı
geldiği zaman hemen göz doktoruna gittiler. Doktor muayenesini, tahlillerini
yaptıysa da bu körlüğe bir neden bulamadı. Kör adam her yeri bembeyaz gördüğünü
söylüyordu.
Doktor sabaha kadar tüm tıp kitaplarını
inceledi. Telefonda bir meslektaşıyla dahi görüşerek hastaya tekrar birlikte
bakmayı kararlaştırdılar. Fakat olaylar doktorun hesap ettiği gibi olmadı
gecenin sabahında doktorun kendisi de kör oldu. Sakin kalmaya çalışarak durumu
eşine söyledi daha sonra bütün birimleri arayarak bilgilendirdiler.
Bakanlıktan gönderilen bir cankurtaranla
karantina bölgesine gönderilmek üzere evlerinden bavullarını da alarak
ayrıldılar. Nereye götürüldüklerini bilmiyorlardı ve ne kadar kalacaklarını da.
Karısı gözlerinin görüyor olmasına rağmen kocasını yalnız bırakmak istemediği
için “ben de kör oldum” diyerek yalan söyledi.
Kısa sürede bunun salgın bir hastalık
olduğu anlaşıldı ve yetkililer kör olanları ya da temaslı olanları artık
kullanılmayan bir akıl hastanesine yerleştirmeye karar verdiler..
Akıl hastanesine ilk getirilen doktor ve
karısı oldu. Daha sonra ilk kör olan adam, doktora muayene olmak için gelen
diğer bir kaç hasta buradalardı. Doktor hepsini de seslerinden tanımıştı.
Tek avantajları doktorun karısının gözlerinin görüyor olmasıydı ama bunu
kimseye belli etmediler. Doktorun karısı gözleri görmüyormuş gibi numara
yapıyor bir yandan da herkesin yardımına koşmaya çalışıyordu. Biraz sonra
hoparlörden duyuru yapan sese kulak verdiler; kuralları sayıyordu. Böyle bir
yerde kurallardan bahsetmek elbette düşünülemezdi.
Daha sonraları üç yüz kadar insanı
buraya toplamışlardı. İnsanlar itişe kakışa içeriye girmeye çalışıyorlar,
kimileri yerlerde ayaklar altında çiğneniyorlardı. Kör olan bir sürü
insanın çıkardığı karmaşa ölümlere sebebiyet veriyordu. Yiyecekler kısıtlı,
etraf pislikten leş gibiydi. Ölüleri bahçeye gömüyorlardı. Bunun için bir
kürek bile verilmemişti. Askerler kısıtlı olan yemekleri kapıya
bıraktıklarında körler gidip zar zor da olsa alıp geliyorlardı. Ta ki o
adamların gelmesine kadar… Gözleri kör de olsa eşkiya eşkiyaydı sanıyorum. Yiyeceklere
el koymuşlar sınırlı veriyorlardı. Daha da ileriye giderek önce bütün
değerli mücevherlerini istediler yemek karşılığında. Orada bulunanlar aç
kalmaktansa değerli eşyalarını onlara vermeyi kabul ederek tüm değerli
eşyalarını verdiler. Bu da yetmedi en ahlaksız teklifleri kadınları
koğuşlarına istemek oldu. Çaresiz buna da boyun eğdiler, adamların silahı
vardı. Evli olan ya da olmayan bütün kadınlar her gün sırayla koğuşlarına gidiyorlardı.
İnsanlık dışı ve akıl almaz zorbalıklara maruz kalıyorlardı. Doktorun
karısı bu dehşeti gözleri görerek yaşamıştı.
Kocasını tıraş etmek için getirmiş
olduğu makas kaç zamandır gözüne çarpıp duruyordu. Bir gün odaya giden
kadınların arasına karışarak eşkiyaların ele başlarını makasla öldürmeyi
başardı. Sonunda eşkiyaların işkence ve aşağılamalarına daha fazla
dayanamayan kadının biri akıl hastanesinde yangın çıkardı. Körler itiş kakış
askerlerin de artık dışarıda olmadıklarını anlayarak kendilerini binanın dışına
attılar.
Tabii kör oldukları için dışarıya nasıl
çıktıklarını tahmin etmemiz mümkün.
Dışarıda neler olup bittiğinden hepsi de
habersizdi. Zaten haberleri olsa da gözleri görmüyordu. Doktorun karısı sabah
olduğunda ancak etrafı görebildi. Etrafta grup halinde gezen körler,
başıboş köpekler insan ve hayvan pislikleri birbirine karışmıştı. Bütün evler,
dükkanlar, mağazalar talan edilmişti. Doktorun karısı aynı koğuşta
kaldıkları, şaşı çocuk, ilk kör ve karısı, tek gözlü yaşlı adam, koyu renk
gözlüklü genç kızı da bırakmayarak yanlarına aldı. Önce bir mağazaya sığındılar
daha sonra doktorun evine ulaşarak orada hep birlikte kalmaya karar
verdiler.
Kitabın son bölümünde yeniden herkesin
gözleri açılmaya başladı. Sokaklarda insanlar “görüyorum” diyerek dans etmeye
başlamışlardı bile.
Okuyucu yorumum:
1998 Nobel Edebiyat Ödüllü alan ve 331
sayfalık olan bu kitabı, iki gün gibi kısa bir sürede bitirdim. Neredeyse
elimden bırakamadım diyebilirim. Sayfalarda nokta ve virgül
haricinde konuşma çizgileri de kullanılmamış. Okurken biraz gözlerinizi
yorabilir. Hatta daha da ileriye gideyim sayfaları okurken artık siz de kitapta
anlatılan kahramanlar gibi yazıları ve etrafı bembeyaz görmeye başlayabilirsiniz.
Her defasında gözlerinizi kontrol etmek
için etrafa bakınıp ovuşturabilirsiniz çünkü ben öyle yaptım. Akıl hastanesinde
yaşadıkları insanlık dışı olayları okurken içim bulandı, midem ağzıma geldi.
Ülkede bir kaos yaşandığında yetkililerin bile insanına sahip çıkmakta aciz
kaldığını ve yetkililerin nerede olduğunu en çok bu kitabı okurken merak
ettim.
İnsanlar başı boş ve çaresiz
bırakılmışlardı. Doktorun karısının neden kör olmadığını halen soruyorum
kendime. Her şeyi gözleriyle görürken aslında o anda hep kör olmayı istemişti.
“Keşke ben de kör olsam da bunları görmesem” demişti. Bazı sayfaları okuyamadan
atlamak zorunda kaldım.
KİTAPTAN NOTLAR:
“Tanrı’nın susuzluk çekene bulut
gönderdiği doğru. Evlerin musluklarından bu değerli sıvının bile akmayacağı
doktorun karısının aklına gelmemişti, işte uygarlığın kusuru bu. Evimizin
musluğundan akan suyun rahatlığına alışıyor ve bunun olabilmesi için dağıtım
vanalarını açıp kapatan birilerine, elektrik enerjisiyle çalışan barajlara,
suyun debisini ve rezervini düzenleyen bilgisayarlara ihtiyaç duyulduğunu ve
bütün bunlar için gören gözler gerektiğini unutuyoruz.”
“Bir parça kuru ekmekten yayılan nefis
koku yaşamın özüydü”
“Dünya anlamını tümüyle yitirmişse
gözyaşlarının bir anlamı kalır mıydı?”
“İşte su… Yavaş yavaş iç, tadını alarak
iç. Bir bardak su bir mucizedir.”
“Kapı tokmağı, bir evin öne uzanan
elidir.”
KİTABIN ADI: KÖRLÜK
YAZARI: JOSE SARAMAGO
YAYINEVİ: KIRMIZI KEDİ
ÇEVİREN: IŞIK ERGÜDEN
0 Yorumlar
BU KONU HAKKINDA FİKİRLERİNİ YAZMAK İSTER MİSİN?