JOSE SARAMAGO - KÖRLÜK

 

Kitabın arka kapağından: “Usta yazarın belki de en etkileyici yapıtı olan, sinemaya da uyarlanmış “Körlük” toplumsal yaşamın nasıl bir vahşete dönüşebileceğini, müthiş bir incelikle gözler önüne sererken, insana dair son umut kırıntısını da bir kadının tek başına örgütlediği dayanışma ve direniş örneğiyle sergileyen unutulmaz eserler arasında yerini almıştır.”



 Yeşil ışık araçlara yanınca öndeki arabanın sürücüsünün hareket etmediğini gören arka taraftaki sürücüler oldukça sinirlenerek kornaya bastılarsa da bir şey değiştirmemişti. Herkes arabadan inerek hareket etmeyen arabaya yaklaştıklarında içindeki adam bir şeyler söyleyerek bağırıyor el kol hareketleri yaparak bir şeyler arıyordu. Sonunda kapıyı açarak adamın derdini anlamaya çalıştılar adam “kör oldum” diye bağırıyordu. 



Olaylar böyle başladı ilk kör adamla. Oradaki sürücülerden birinin yardımıyla da olsa evine gelebildi ve karısı geldiği zaman hemen göz doktoruna gittiler. Doktor muayenesini, tahlillerini yaptıysa da bu körlüğe bir neden bulamadı. Kör adam her yeri bembeyaz gördüğünü söylüyordu. 

 

Doktor sabaha kadar tüm tıp kitaplarını inceledi. Telefonda bir meslektaşıyla dahi görüşerek hastaya tekrar birlikte bakmayı kararlaştırdılar. Fakat olaylar doktorun hesap ettiği gibi olmadı  gecenin sabahında doktorun kendisi de kör oldu. Sakin kalmaya çalışarak durumu eşine söyledi daha sonra bütün birimleri arayarak bilgilendirdiler. 

 

Bakanlıktan gönderilen bir cankurtaranla karantina bölgesine gönderilmek üzere evlerinden bavullarını da alarak ayrıldılar. Nereye götürüldüklerini bilmiyorlardı ve ne kadar kalacaklarını da. Karısı gözlerinin görüyor olmasına rağmen kocasını yalnız bırakmak istemediği için  “ben de kör oldum” diyerek yalan söyledi. 



Kısa sürede bunun salgın bir hastalık olduğu anlaşıldı ve yetkililer kör olanları ya da temaslı olanları artık kullanılmayan bir akıl hastanesine yerleştirmeye karar verdiler.. 

Akıl hastanesine ilk getirilen doktor ve karısı oldu. Daha sonra ilk kör olan adam, doktora muayene olmak için gelen diğer bir kaç hasta buradalardı. Doktor hepsini de seslerinden tanımıştı.  Tek avantajları doktorun karısının gözlerinin görüyor olmasıydı ama bunu kimseye belli etmediler. Doktorun karısı gözleri görmüyormuş gibi numara yapıyor bir yandan da herkesin yardımına koşmaya çalışıyordu. Biraz sonra hoparlörden duyuru yapan sese kulak verdiler; kuralları sayıyordu. Böyle bir yerde kurallardan bahsetmek elbette düşünülemezdi. 

 

Daha sonraları üç yüz kadar insanı buraya toplamışlardı. İnsanlar itişe kakışa içeriye girmeye çalışıyorlar, kimileri yerlerde ayaklar altında çiğneniyorlardı. Kör olan bir sürü insanın çıkardığı karmaşa ölümlere sebebiyet veriyordu. Yiyecekler kısıtlı, etraf pislikten leş gibiydi.  Ölüleri bahçeye gömüyorlardı. Bunun için bir kürek bile verilmemişti.  Askerler kısıtlı olan yemekleri kapıya bıraktıklarında körler gidip zar zor da olsa alıp geliyorlardı. Ta ki o adamların gelmesine kadar… Gözleri kör de olsa eşkiya eşkiyaydı sanıyorum. Yiyeceklere el koymuşlar sınırlı veriyorlardı. Daha da ileriye giderek önce  bütün değerli mücevherlerini istediler yemek karşılığında. Orada bulunanlar aç kalmaktansa değerli eşyalarını onlara vermeyi kabul ederek tüm değerli eşyalarını verdiler.  Bu da yetmedi en ahlaksız teklifleri kadınları koğuşlarına istemek oldu. Çaresiz buna da boyun eğdiler, adamların silahı vardı. Evli olan ya da olmayan bütün kadınlar her gün sırayla koğuşlarına gidiyorlardı. İnsanlık dışı ve akıl almaz zorbalıklara maruz kalıyorlardı.  Doktorun karısı bu dehşeti gözleri görerek yaşamıştı. 



Kocasını tıraş etmek için getirmiş olduğu makas kaç zamandır gözüne çarpıp duruyordu. Bir gün odaya giden kadınların arasına karışarak eşkiyaların ele başlarını makasla öldürmeyi başardı. Sonunda eşkiyaların işkence ve aşağılamalarına daha fazla dayanamayan kadının biri akıl hastanesinde yangın çıkardı. Körler itiş kakış askerlerin de artık dışarıda olmadıklarını anlayarak kendilerini binanın dışına attılar. 

Tabii kör oldukları için dışarıya nasıl çıktıklarını tahmin etmemiz mümkün. 



Dışarıda neler olup bittiğinden hepsi de habersizdi. Zaten haberleri olsa da gözleri görmüyordu. Doktorun karısı sabah olduğunda ancak etrafı görebildi. Etrafta grup halinde gezen körler, başıboş köpekler insan ve hayvan pislikleri birbirine karışmıştı. Bütün evler, dükkanlar, mağazalar talan edilmişti. Doktorun karısı aynı koğuşta kaldıkları, şaşı çocuk, ilk kör ve karısı, tek gözlü yaşlı adam, koyu renk gözlüklü genç kızı da bırakmayarak yanlarına aldı. Önce bir mağazaya sığındılar daha sonra doktorun evine ulaşarak orada hep birlikte kalmaya karar verdiler. 

 

Kitabın son bölümünde yeniden herkesin gözleri açılmaya başladı. Sokaklarda insanlar “görüyorum” diyerek dans etmeye başlamışlardı bile. 



Okuyucu yorumum:

 

1998 Nobel Edebiyat Ödüllü alan ve 331 sayfalık olan  bu kitabı, iki gün gibi kısa bir sürede bitirdim. Neredeyse elimden bırakamadım diyebilirim.  Sayfalarda nokta ve virgül haricinde konuşma çizgileri de kullanılmamış. Okurken biraz gözlerinizi yorabilir. Hatta daha da ileriye gideyim sayfaları okurken artık siz de kitapta anlatılan kahramanlar gibi yazıları ve etrafı bembeyaz görmeye başlayabilirsiniz. 

 

Her defasında gözlerinizi kontrol etmek için etrafa bakınıp ovuşturabilirsiniz çünkü ben öyle yaptım. Akıl hastanesinde yaşadıkları insanlık dışı olayları okurken içim bulandı, midem ağzıma geldi. Ülkede bir kaos yaşandığında yetkililerin bile insanına sahip çıkmakta aciz kaldığını ve yetkililerin nerede olduğunu en çok bu kitabı okurken merak ettim. 

 

İnsanlar başı boş ve çaresiz bırakılmışlardı. Doktorun karısının neden kör olmadığını halen soruyorum kendime. Her şeyi gözleriyle görürken aslında o anda hep kör olmayı istemişti. “Keşke ben de kör olsam da bunları görmesem” demişti. Bazı sayfaları okuyamadan atlamak zorunda kaldım. 

 

 



KİTAPTAN NOTLAR: 



“Tanrı’nın susuzluk çekene bulut gönderdiği doğru. Evlerin musluklarından bu değerli sıvının bile akmayacağı doktorun karısının aklına gelmemişti, işte uygarlığın kusuru bu. Evimizin musluğundan akan suyun rahatlığına alışıyor ve bunun olabilmesi için dağıtım vanalarını açıp kapatan birilerine, elektrik enerjisiyle çalışan barajlara, suyun debisini ve rezervini düzenleyen bilgisayarlara ihtiyaç duyulduğunu ve bütün bunlar için gören gözler gerektiğini unutuyoruz.”



“Bir parça kuru ekmekten yayılan nefis koku yaşamın özüydü”



“Dünya anlamını tümüyle yitirmişse gözyaşlarının bir anlamı kalır mıydı?”



“İşte su… Yavaş yavaş iç, tadını alarak iç. Bir bardak su bir mucizedir.”



“Kapı tokmağı, bir evin öne uzanan elidir.”

 

 

KİTABIN ADI: KÖRLÜK


YAZARI: JOSE SARAMAGO

 

YAYINEVİ: KIRMIZI KEDİ


ÇEVİREN: IŞIK ERGÜDEN

 

Yorum Gönder

0 Yorumlar

Close Menu