Benim Hüzünlü Orospularım- Gabriel Garcia Marquez




Latin Amerikalı yazar Gabriel Garcia Marquez’in son yazdığı kitap olan “Benim Hüzünlü Orospularım” isimli kitabını inceleyeceğiz. Henüz okuma listemde “Kırmızı Pazartesi” bekliyor olsa da bu kitabın incelemesini öne almak istedim. Elbette bunun önemli nedenlerinden biri de karşıma Milan Kundera çıkacak merakıydı. Neyse ki daha kötüsüyle karşılaştım da Milan Kundera’ya razı oldum. Bu arada iyi ve kötü kıstaslarımı ayrıca belirtmem gerekiyor; Gabriel Garcia Marquez 1928 yılında doğmuş Kolombiyalı bir yazardır. 1982 yılında Nobel Edebiyat ödülü almıştır. Kitapları dünya çapında ün salmış ve milyonlarca satmıştır. Latin Amerikalı yazarlar ve dünya yazarları arasında en başarılılar listesindedir. Edebiyat ve anlatım dili çok akıcı olup duygu ve temaları yansıtması son derece müthiştir. Peki böyle birisini Milan Kundera ile neden karşılaştırdım? Bunun cevabını “Benim Hüzünlü Orospularım” kitabı versin.

Kitap boyunca adını öğrenemediğimiz 90. Yaş gününde kendine bir hediye almak isteyen bir adamla karşılaşıyoruz. Önce bu yaşlı adamı tanıyalım;

Yaşlı adam ömrünün 40 yılını gazeteci olarak yaşamıştır. Kendi ifadesi ile mors alfabesiyle ve yıldızların arasından kaptıkları dünya haberlerini şişirerek “Barış Gazetesi”nde yazarlık yapmaktadır. Yazıları çoğu zaman infiale neden olacak kadar halk tarafından bilinen ve takip edilen bir gazetecidir.

Babasının ölümünden sonra çocukluk yaşlarını yaşayamamış ve hayata erken atılmak durumunda kalmıştır. Hayattaki tek tanıdığı annesi kalmıştır. Kısa süre sonra annesi de vefat ettikten sonra yapayalnız kalmıştır. Yalnızlığını ise kendi tuttuğu çetele ile 500’den fazla kadınla seks yaparak kapatmaya çalışmış olsa da içinde kalan bir ukdeyi 90. Yaşında yaşamaya karar vermiştir. Bu karar el değmemiş ve henüz kız oğlan kız olacak bir kızla ilişki yaşamak istemesidir. Bunun için eskiden beri tanıdığı genelev sahibi Rosa Cabarcas’tan ayarlamasını istemişti.

Rosa Cabarcas kısa süre içinde 14 yaşında yeniyetme bir kız düşürmüş ve 90 yaşındaki ihtiyara sunmuştur. İhtiyar, kendine doğum günü hediyesi olarak “kullanılmamış” bir kız istemiş ve o da gerçekleşmiştir. Odaya girdiğinde adını bilmediğimiz fakat ihtiyarın deyimi ile Delgadina uyuyordu. İhtiyar, çırılçıplak vaziyette uyuyan bu kızı baştan sona seyretti.

Kalbim yerinden fırlayacakmış gibi atarak girdim odaya, kızı o koskoca kiralık yatağın içinde anadan doğma çıplak ve korumasız bir halde uyurken gördüm. Yüzü kapıya dönük olarak yan yatmış, tavandan vuran hiçbir ayrıntıyı affetmeyecek kadar yoğun ışıkla aydınlanmıştı. Yatağın kenarına oturup beş duyumla büyülenmiş gibi onu seyretmeye koyuldum. Teni esmerdi, ılıktı. Onu öyle bir temizlik ve güzellik rejimine sokmuşlardı ki, karnının alt kısmında henüz çıkmaya başlayan tüylerini bile unutmamışlardı. Saçlarını kıvırmışlar, el ve ayak tırnaklarına doğal renkli oje sürmüşlerdi, ama şeker posası rengindeki teni kupkuru ve bakımsız görünüyordu. Yeni çıkmış göğüsleri henüz erkek çocuklarınkilere benziyordu, ama patlamaya hazır gizli bir enerji taşıyordu sanki. Vücudunun en güzel yeri, el parmakları gibi upuzun ve duyarlı parmaklarıyla sanki yumuşacık adımlarla yürümek için yaratılmışa benzeyen ince uzun ayaklarıydı.

Netice olarak cinsel beraberliğe girmediği Delgadina ile cinsellik olmadan da aşkın olabileceğini ve ilk defa aşık olduğunu söylüyordu.

Genel Olarak baktığımızda karşımıza pedofoli bir vaka çıktığı yadsınamaz. Yazarın ne anlatmak istediği apaçık olsa da her okuyanın anladığı farklı olmaktadır. Belki de kitabı bu kadar güçlü yapan unsur bu olsa gerek.

Demek ki; İnsan ne kadar yaşasa da yaşamadığı duyguların ya da yaşama arzusu olduğu duyguların peşinden koşmaktan vazgeçmiyor. Oysa ihtiyar, 500’den fazla kadınla bir olmuş, oğlancılık gibi bir deneyimi bile yaşamış olmasına rağmen el değmemiş bir kızla ilişki kurmak istemesi ve henüz 14 yaşında bir ÇOCUKLA deneyim yaşamak istemesi Milan Kundera’yı daha iyi anlamama neden oldu. En azından çocuk konusunu ele almamış olsaydı keşke demek istiyorum…

Ne kadar ilginçtir ki kitabın sonunda çamurlu bir bahçede muhteşem güllerin kokusunu alabiliyor olmanızdır. Çünkü güçlü ve akıcı anlatımı ile aslında yazarın 14 yaşındaki bir çocukla seks yapmak isteğinden öte okuyucuya vermek istediği mesajlar olduğunu görüyorsunuz.

Yorum Gönder

0 Yorumlar

Close Menu