ve kim bilirdi ki seherinde ölüm gelene kadar!
05.02.2023
saat 22.00 gibi bilgisayarımı açıp düzelti çalışmamı yapıyordum. Elimdeki dosya
değerli Filiz Kalkışım’ın AH TAMARA isimli dosyasıydı. Dosya adını birkaç kez
tekrarlamıştım; Ah Tamara, ah Tamara…
Tamara’yı
biliyordum. Birkaç kez okumuş son düzeltilerini yapmaya çalışıyordum. Birden
bire o esnada soğuk bir rüzgâr hissettim odamda. Bir rüzgâr hafifçe ama biraz
da üşüterek bacaklarımın üzerinden süzülüp geçti. Bunu görmediysem de görmüş
kadar hissettim. İrkildim. Doğrulup kapıya doğru baktım. Kapı kapalıydı. Salon
kapısına doğru biraz daha eğildim ama o da kapalıydı. Nereden ve nasıl esti bu
rüzgâr diye düşündüm bir an… Oysa balkon camları bile kapalıydı evimin. O an
sadece “ilginç” diyerek çalışmama döndüm. Bir müddet sonra ertesi sabah
mesaimin başlayacağı gün olduğu için yatmam gerektiğini düşündüm. Standart bir
daire içerisinde değişimsiz bir döngü ile devam ediyordu hayatım neticede.
Ertesi sabah yine kalkacak Malik Ejder Caddesi Kalaylı apartmanından aşağı
inecek ve Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesinin karşısındaki duraktan otobüse
binip işime gidecektim. Ama öncesinde yine aynı yerde bulunan Karmando kafeden
günlük olduğu gibi yine simit ya da poğaça alacaktım. O esnada Yüzeroğlu kitap
kırtasiyedeki Zeki Beyi görürsem kitap siparişi verecektim ya da aradığım kitap
var mı diye soracaktım.
04.17’de
gözlerimi açtığımda sallantıyla ayağa kalktım. Koştum ve ailemi bir araya
topladım. “Panik yapmayın, şimdi biter” dememe rağmen bir ömür süren sallantı
bir ömür daha bitirme derdi ile bitmiyordu. Yaşayan bir insanın ciğerine elini
uzatan canavar misali tek derdi o ciğeri sökmek istercesine bir sallantıydı
bu. Koca bina deli gibi sallanıyor sıkı
sıkıya kapalı olan pencereler kendiliğinden açılıyordu. İçeriye dolan ölüm
çığlığı her yeri sarıyordu. Buna rağmen aileme sımsıkı sarılıp “Bekleyin”
diyebiliyordum. Nitekim korkunç sallantı bitmişti nihayet. Al acele odama
tekrar dönüp elbiselerimi aldım. Yıkılan dolapların altından sigaramı, birkaç
parça özel eşyalarımı da alıp çocuklarımı bir araya getirerek merdivenin
yanında topladım. O arada çakmağımı da unuttuğum aklıma geldi. Mutfağa
girdiğimde duvarın patladığını fark ettim. Buna rağmen hala düşüncem
yaşadığımız olayın büyük bir sarsıntı olduğundan ibaretti ve hala deprem
diyemiyordum. Hemen 4. Kattaki komşularımın yanına çıkıp yardıma ihtiyacı olan
var mı diye baktım. Çok şükür onlar da iyilerdi. Tekrar 3. Kata indim.
Zamanda
seyahate inanır mısınız bilmem. Tekrar 3. Kata indiğimde bina dışına nasıl
çıktığımı yazamayacağım. O an hafızamda hiçbir anı kalamayan bir şekilde 3.
Kattan bina dışına çıktık. Ne o merdivenlerden indiğimi nede çocuklarımı
indirdiğimi kısacası hiçbir şeyi hatırlamıyorum. Sadece 3. Kattan apartman
dışına bir zaman tünelinden geçtik diye düşünüyorum. Nitekim ailem de
hatırlamıyor.
Aşağı
geçtiğimizde (indik diyemiyorum) bütün binaların yerle bir olduğunu gördüm.
Evet, işte o an deprem olduğunu anlamıştım. Hem de ne deprem! Malik Ejder
Caddesinde bir tane bile bina bırakmayan bir deprem… Hayır, hayır sadece benim
olduğum binayı ve arkasında bir binayı daha bırakan bir deprem. Ne sağımda ne
solumda ne önümde ne arkamda Kalaylı’dan ve arkasındaki binadan başka bina
bırakmayan bir depremdi bu. Sırt sırta
veren iki bina ve enkaz dolu bir çarşı… İşte o an mahvolmuştum. İlk aklıma
gelen benim ve ailemin de öldüğü ve hayaletlerimizin gezindiği oldu. O gördüğüm
koca koca binalar, rengârenk apartmanlar, keşke şu daireyi alabilsem dediğim
daireler yerle bir olmuş ufacık hale gelmişlerdi. Çocuklarımı ve bizimle
beraber kurtulan bir avuç insanı karşımda bulunan Clarion hotele yönlendirip
kabul yeri girişinde muhafazaya aldım. Deli gibi yağan yağmurun altında yıkılan
binalara koşup durdum ama ne gücümün yeteceği ne de tek başıma aşabileceğim bir
şey olmadığını anladım. 2023 Türkiye’sinde çalışmayan GSM şebekeleri yüzünden
kimseyle iletişim kuramamak ve kimseyi arayamamak daha bir yıpratmıştı beni.
Hemen sosyal medyadan mesaj yazdım “Çarşı dümdüz oldu. İmkânı olan yetişsin”
olur ya şebeke gelir de ve yayınlanır da birilerine ulaşır diye. Gün doğmak
bilmiyor zifiri karanlık bir türlü gitmiyordu. Dakikalar ilerledikçe insanlar
da gelmeye başladılar. Herkes sevdiklerinin olma ihtimali olan binalara doğru
koşturuyor fakat sadece ölü gözlerle izlemekle yetiniyorlardı. Hasbel kader
enkazlardan kendi imkânları ile çıkabilip kan revan içinde olanlardan başka
şanslı kimse yoktu. Yağmur hiç durmaksızın yağmaya devam ediyordu. Çok geçmeden
yine sallanmaya başladık. Hemen çocuklarımı toplayıp bir arabaya sığındık. O
esnada küçük bir çocuk eşimin yanına gelip “Abla ben nereye gideyim?” Sorusu
ile çaresizliği iliklerime kadar hissettim. Çocuğu orada bırakamazdım, yanımda
da götüremezdim. Ne yapacağımı şaşırmış halde iken aklıma araba sahibine teslim
etmek geldi. O da polise teslim etmesi üzerine anlaştık ve arabanın sahibi sağ
olsun bizi ve bize sığınan çocuğu alarak eski mahalleme getirdi. Çocuğu çaresiz
o adama emanet ettim. Çocuklarımı güvenli alana bırakıp yağmur çamur demeden
geri çarşıya döndüm.
Gün
aydınlanmış ve korkunç manzara gün yüzüne çıkmıştı. Yıkılan binalar, binalardan
fışkıran cesetler, kanlar içinde enkazdan çıkanlar ve daha neler neler… Hepsi
bir cehennemi andırıyordu adeta. O esnada günlerce eşimle kavga sebebim olan
binayı gördüm. Oturduğum binanın tam karşısındaydı ve satılıktı. Eşim defalarca
o daireyi alalım diyordu ve başka bir şey demiyordu. “O daire alınacak” kısa
süre içerisinde satılınca bu kez de emlakçıyla tartışmaya başlamıştı eşim ve
çaresiz başka bir arayışa girmiştik. İşte tam karşımda o daire vardı. 2.
Kattaydı ve şimdi boyumun hizasında duruyordu. Yaklaştım ve o dairenin olduğu
yerde bir kadın cesedinin dışarıya uzanmış elini gördüm. Sanki “Bak ellerim
bomboş, ben bir şey götüremedim sen de götüremeyeceksin” der gibiydi. Daha
fazla dayanamayıp yardım edebileceğim alanlara baktım ama yoktu… Yapabileceğim
hiçbir şey yoktu. Çaresiz yaya şekilde geri dönmeye karar verdim. Ayakta
duracak gücüm ve dermanım olmamasına rağmen ayaklarımı sürüyerek ilerlemeye
çalışıyordum. Kahramanmaraş Valiliğinin oraya geldiğimde bir enkaz üzerinde
10-15 kişi kendi imkânları ile enkazdan canlı kurtarmaya çalışıyorlardı. Gücüm
olsa ben de katılacaktım ama ayakta bile duramıyordum. O esnada demir
parçalarının hareket ettiğini gördüm.
Görmemle büyük bir deprem daha olmuştu. O enkazın hemen dibindeki diğer
bina o yardım eden insanların üzerine çökmesine şahit oldum. Rabbim ne korkunç…
Ne yaşayanlar kurtulabiliyor ne enkaz altında kalanlar.
Öğle
vakti gelen deprem şehirde yıkılmayan binaları da yıkmış gökyüzü kapkara duhana
dönmüştü. Şoku atlatıp ailemin yanına kilometrelerce yürüyerek ulaşabildim.
Her
dakika bir sevdiğimin, tanıdığımın ölüm haberleri düşmeye başladı. Çalıştığım
kurumda onlarca tanıdıklarımın haberlerini alıyordum. Diğer yanda edebiyatın
usta isimlerinin ölüm haberleri geliyordu. Ve her zaman gördüğüm komşularımın
ölümleri ve ölüm şekilleri… Ne çok sevdiklerimizi kaybettik birden bire! Aniden
bizi terk edip giden gidene… Ah Maraş, ah Maraş!
Veysel ALTUNBAY
0 Yorumlar
BU KONU HAKKINDA FİKİRLERİNİ YAZMAK İSTER MİSİN?