Resim derin köz ve gözyaşıdır: İbrahim Hakkı GÜNDOĞDU’yla söyleşi

Söyleşi: Filiz KALKIŞIM ÇOLAK


Filiz KALKIŞIM ÇOLAK (FKÇ): Sürrealist bir ressam olarak bizlere kendinizi nasıl tanıtırdınız? 

İbrahim Hakkı GÜNDOĞDU(İHG): Bir adımda sürrealistim belki de bir adımda yüz bin arayış. Bir şair ve ressam olarak ayağım yere bassın diyorum, bakıyorum ki yer nokta kadar bir dünya. Bedenim neyse de yetmiyor ki ruhuma… Yıldızları gören ve keşfeden bir düşünen için yerin çok anlamlı değeri kalmıyor o zaman. Kalmayınca ben de başka alanlara kayma hakkını kazanıyorum. Bilim insanlarının katrilyonlarca yıldız var dediği arzda benim arayışlarım ne kadar mana içerir bilmem de ben sevinç çığlıklarıyla uçuyorum: umut, gerçek, hayal, düş, rüya, her biri… Veya hiçbiri sadece ben… Ama olsun insanız yaratılmışların şereflisiyiz ya ödül olarak yorum da kazanmışız. İşte hep akıl- gönül yoğrulup gidiyorum yorumların en çılgınıyla tabii! Sonrası mı: Hayal kur, düş kur, umut et, aşk yaşa, sev… Her birini sonsuza nikâhla, aklını gönlünün kucağında ninniler kanatsız kanat aç ve ışık hızı mesafelerle yürü… Bu tarafım biraz sürrealist, haklısın.

FKÇ: Resimlerinizi incelediğimizde; Sürrealizm, Kübizm, Empresyonizm gibi sanat akımları arasında gidip gelen bir anlayışı görüyoruz. Daha yoğunlukta hangisinin etkisi veya farklı bir arayış mı? Sizce bu üç akım sizin ruhunuzu tam anlamıyla yansıtıyor mu? 

İHG: Bu saydığınız sanat akımlarına Dadaizm’i de ekleyin… Bunların her biri arayışlardır. Temelde her arayışa saygılıyım… Arayış diyoruz ya… Oturuş, duruş demiyoruz, arayış… Sanatçılarımız aramış… O dönem önemli: Fransız İhtilali, Sanayi İhtilali, Avrupa’da büyük karmaşalar, hemen ardından dünyanın ilk büyük savaşı,1. Dünya savaşı… İnsanlar perişan, aç susuz… Sanatçı perişan olmaz, aç kalır ama susuz kalmaz… İşte burada arayışlar başlar… Bu arayışlar halin olağanüstü olmasından dolayı çılgındır… Her biri uzun soluklu olamamıştır zaten… Önce o dünya savaşı ortamında Dadaizm ortaya çıkmış. O çılgın dönemde aklı reddetmiş. O dönem için haklı mı? Herkesin çılgın olduğu yerde aklın hükmü mü kalır? Ancak Dadaizm taban bulamayınca Sürrealizm’e dönüşmüş. O da kendi içinde dönüşmüş durmuş. Arayışlar sürerken sanat için sanat ilkesini benimseyen empresyonizm çıkmış ortaya. Tüm yorumlar sanatçıdan sanatçıya değişmiş. Yani her bir sanatçı zamanının ruhuna kendi hal durumuna göre yollar aramış kendince de “bu yol daha beni yansıtır” demiş ve yürümüş. Bunların çoğu keçi yolundan öteye geçememiş tabii! Biz de sanatçıysak arayışlarımız devam etmelidir, edecektir. Benim arayışlarım…  Dadaizm den Kübizm’e her birinden alabilirim. Resimde yaptıklarım, şiirde yazdıklarım onlardan birine benzeme gösterebilir… Peki sen neredesin diye sorduğunda, kendi arayışımın yolundayım! Yolun neresindeyim? Sürekli gidiyorum, gittiğimi biliyorum. Neresinde olduğumu bilmiyorum.

FKÇ: ‘’Açık Denizlere Doğru’’ isimli tablonuzla özgürlüğü bir balık figürüne yüklediğinizi görüyoruz. Balık figürünü yine birçok eserinizde çok küçük detaylarla işlediğinizi de ele alırsak balığın doğduğunuz coğrafya yaşam tarzınızla olan bağını nasıl anlatırdınız? 

İHG: Enginlik, derinlik, sonsuzluk içimin yol haritası…Derya- deniz bu enginliğin en önemli yapı taşlarından biri. Denizin balığı denizde özgür. Balık denizden çıkınca ölüyor biz de denize dalınca… Balık aynı zamanda o saflığın ürünü… Saflık, samimiyet benim lügatimde önemlidir. Damlanın okyanusta kaybolmasını önemserim. Damla, adı üzerinde damla işte okyanusa düşünce artık damla değildir o okyanustur… Damla öyle bir şey ki yere düşer okyanusu doğurur, buhar olur gökyüzüne yükselir insanı doğurur… Böylesi sürer gider arayış. 

FKÇ: Picasso’nun mavi dönemine baktığımızda, sanatçının maviyi işlediği eserlerinin genel belirgin özelliklerini görüyoruz. 1901-4’lü yıllarda yaşadığı yoksulluk Paris’e geldiğinde yoksul olduğu için yaşadığı dışlanmışlık, yakın arkadaşının intiharı, çocukluk dönemindeki zorlu hayatı gibi konuları titrek bir ışıkla, ruh haliyle bizlere sunduğunu görüyoruz. Sizin, maviyi ele aldığınız eserlerinizde ise; yaşam mücadelesi, zafer, aşka hep aç bir ruh ve İstanbul aşkını görüyoruz. Siz, Gündoğdu’nun mavi dönemiyle ilgili bizlere ne söylemek isterdiniz. 

İHG: Haklısınız bu çok önemli… Bende mavinin çok anlamı var… Demin deniz dedik orada da mavinin enginliği var. Mavi bende ilk aşktır. İnsan da aşktır, mavi de aşktır her şey de aşktır aslında… Tabii ki benim lügatimden bahsediyorum… Mavi o aşk içinde sonsuzluktur. Bir şey aşk ise o sonsuzluktur, o ebettir artık. Mavi gökyüzünün rengidir. Gündüz gök mavisi, güneşin olmadığı yerde de gece mavisi… Siyaha doğru akan yerde karanlık mavisidir… Yeşil mavinin dingin hali, sarı mavinin yorgun hali… Böyle renk halleri uzayıp gider… Benim düşüncemin yol haritasında dedim ya mavi aşktır, çile bile yakan- pişiren aşka taşıyandır. Resim ve şiirimde mavi arayışlarımda genişleyerek yürüyecektir.  

FKÇ: Portre ressamlığı resmin içinde farklı bir alan olmakla birlikte sanatçının içselliğiyle de alakalı bir boyut olduğunu görüyoruz. Kimi aşkı sevdayı; bir güzelin yüzünde, gözlerinde onun ruhundaki ışığı ortaya çıkararak bizlere sunuyor; yüzlerin ardındaki ruhu, tüm çıplaklığıyla yansıtırken başka bir ressam; aşkı, sevdayı bir güzelin ruhundan aktararak değil de soyut varlıklarla ortaya çıkarmayı tercih ediyor. Sizin birçok eserinizde portrenin dışında genel yüzler görmekteyiz. Sanki o çizimler olmazsa olmazınız gibi birçok eserinizde karşımıza çıkıyor. Özellikle bir bölgeyi bir toplumu resme taşımışsanız. Eserlerinizde ruh halinizi; eserin sosyolojik yönüne kadar indiğimizde, toplumun kültürel değerlerini böylesi ustalıkla yansıttığınız halde neden o yüzlere gereksinim duyuyorsunuz? 

İHG: Haklısın portre ressamlığı daha başka bir yürüyüş. Benim resimlerinde insan var evet daha çok başlar belirgin ve de daha çok toplumsal. Ben bu çağı “ekip içinde birey çağı” olarak görüyorum. Biraz da onu vurgulamak istiyorum. Bu ara ne yapmaya başladım biliyor musun, şiirlerimi o portrelere yazmaya başladım. İnsan çünkü bitimsiz derinliği ile sonsuz bir varlık. Oku oku bitmez. Bundan sonraki resimlerimin portrelerinde bolca şiirlerimi okuyacaksınız.

FKÇ: Sanatın toplumla kaynaştırılmasında sanatçının yaşadığı kültürü en iyi şekilde yansıtması gereklidir. Sizce sanatçının esere evrensel bir sentez kazandırabilmesi için çağdaş Batı sentezini iyi biliyor olması gerekli midir? 

İHG: Sanat arayışlarının en yoğunu Batı’da olmuştur doğru… Ancak bu Batı “hep ben” ukalalığını bırakmalı. Batı gibi olursa sanat, Batı gibi olursa evrensel olmazsa “hiç” böyle bir dünya yok. Eğer kadim doğu olmasaydı bugün Batı baldırı çıplak yarı yamyam gezer durumda olurdu. Avrupa medeniyeti doğana kadar insanlık “ben medeniyeti” diye bir kavramı sözlüklerine koymamıştı. Mezopotamya, Anadolu, Mısır medeniyetinden Hint, Çin, Endülüs, Maveraünnehir medeniyetine insanlık toplumlar ne büyük değerler katmışlardır bu yapıya… Bilinen on bin yıllık insanlık tarihinde Batı medeniyeti 300 yılı bile kapsayamıyor… Bu uzun zaman dilimi içinde medeniyetlerin ihtişamını bilsinler de ona göre burunlarını Kafdağı’na doğru uzatsınlar… Resimse, şiirse, heykelse, masalsa, hikâyeyse, halı deseni ise, seramik ise her birinin anası da babası da Batı’dan değildir… 
Biz sanatçılar da bunu iyi bileceğiz doğudan da batıdan da dört yönden artı bütün kâinattan alacağız kendi ruhumuzu kültürümüzü, anlayışımızı katacağız, yoğuracağız yepyeni çok orijinal eserler ortaya çıkaracağız. Kim ukalalık yaparsa onun da burnunu sürteceğiz. Yani Batı da tabii ki önemli ama asıl dünya önemli, kadim olan önemli, hatta kâinat önemli.

FKÇ: Doğu- Batı sentezini en iyi yansıtan sanatçılarımızı ele alırsak bizlere en beğendiğiniz sanatçılardan ve yararlandıkları akımlarından nasıl bahsederdiniz? 

İHG: Sivas; çifte minare işlemelerinin ihtişamı… Bursa yeşil cami çinileri… Sultanahmet ve Selimiye camilerinin daha nicelerinin çinileri hatları onların sanat dehası, derinliği… Tac Mahal’in o duruşunu Batının dışındaki dünyada yapılan milyonlarca eserin ruhunu, ihtişamını nereye koyacağız… Bu “Batıdakiler” kişi olarak insandır lakin toplum önderleri olarak sömüren, katliamcı acımasız ırkçılardır. Yukarıda söylediğin sanat salları ve arayışlarının cılız kalmaları, keçi yolu gibi yerlere sapmaları asıl onların evrenseli yakalayamamaları anlamına gelir. Çünkü onlar Batı’nın dışındaki diğer dünyadan alırken sanat olarak almadılar sömürü olarak aldılar. Bugünlerde de bunun çilesini çekiyorlar. İyi bakın göreceksiniz ki şu Batılı önderler kendi halklarına binlerce yıldır gün yüzü göstermediler… Ta ki 1945 2. Dünya savaşının sonuna kadar. Avrupalı halklar yüzlerce çatışma, savaş ve karmaşa ile perişan olmuşlardır. Şunun şurasında Batılı insanlar 80 yıldır ancak bir rahatlık içindedirler… Sorduğun soru şu bakımdan önemli doğu değil de batı işte o “Doğu- Batı sentezinde eğer doğudan almayı başarabilirse kurtulacaktır. Bu inanın sanatta da böyle olaraktır. Tabii ki biz sanatçılar her birinden doyumsuzmuşuz gibi alacağız! Alabilir iyi yoğurur kendimizin yapabilirsek ancak büyürüz. Bir sanatçı milli olmadan evrenselleşemez. Sanatçı önce kendi olmalı kendi has kültürünü ayrıntılarına kadar bilmeli ve onları içselleştirmeli sonra da kendi yolunu çizip millilikten evrenselliğe adım atmalı. 

FKÇ: Sanatçıların yaşadığı iç çatışmalarında resim sanatında çok etkili olduğunu biliyoruz. Sizce sanatçının iç çatışmayı aktarımında yani ruhsal durumunu yansıtmasında renklerin ya da diğer sanat dallarının etkisi var mıdır? Bizlere bu konuda neler söylemek isterdiniz? 

İHG: Çok doğru, sanatçının iç çatışması olmadan büyük ürünler ortaya çıkmaz… Her sanatçının küçüklü büyüklü iç çatışmaları vardır. Dedik ya sanat arayıştır, yol almaya çalışmadır. Hangi yol, nereye, nasıl, kiminle neden, niçin, ne kadar… Bu sorulara bir de kâinat, evren, sonsuzluk, arz, meçhul gibi kavramları da eklersek sanatçının halini iyice anlamış oluruz… Bir meçhule doğru tavizsiz kulaç atan bir sanatçı düşünün bunun içi çatışmaları dünyalarcadır… Ama korkusuzca hatta pervasızca yol almaya devam ederse onun ortaya koyacağı sanatın derinliğini, evrenselliğini, ihtişamın düşünün… Bu resimde nice çılgın renkleri doğurur, şiirde nice deli kelimeleri… Çok kere çıldırmalıyız demek ki…  

FKÇ: Resim sanatında diğer sanat dallarının etkisini ele alırsak evrenselliği özgünlüğü yakalayabilmede bir ölçüt var mıdır? 

İHG: İyi ekmek iyi hamurkârdan çıkar. Muhteşem bir resim de o ihtişamı içinde yoğurup ve doğurup duran ressamdan çıkar. Hani yukarıda doğu- batı sentezi dedin ya, istersen onu büyütelim dünya hatta kâinat sentezi diyelim, yetmez tarihin derinliklerine, labirentlerine, tüm ayrıntılarına inelim, ömrümüz yettikçe tabii, çekinmeden doyumsuzca hep alalım, alalım sonra da onları ha bire yoğuralım beynimizde, canımızda, ruhumuzda, ilhamımızda, renklerimizde, resimlerimizde, kelimelerimizde, bir hayal et neler ortaya çıkar, neler neler… 

FKÇ: Sizin edebiyatla da yakın ilginizi ele alacak olursak sanatçının çok yönlülüğünü nasıl anlatırdınız. 

İHG: Ben her birini birbirine bağlı görüyorum. Ressamım, şairim, yazarım diye söyleniyor da ha renkle tuvalde anlatmışsın halini ha da kelimeyle veya sözle… Her biri birbirinin tamamlayıcısı… Hele kendimde iyice böyle. Yazarken çizerim, çizerken yazarım, bir elimde renkler için fırça bir elimde kelimeler için kalem… Resimlerimin bazılarında kelimeleri de işliyorum böylece resim- şiir oluyor zaten… 

FKÇ: Doğu- Batı sentezinin en güzel örneklerini, ‘Benim İstanbul’um’ isimli koleksiyonunuzda görmekteyiz. Koleksiyonunuzun en güzel parçalarından ‘’İstanbul Aşktır, Lale ve İstanbul ‘’gibi eserinizle barışı kardeşliği uhrevi duygularla vurguladığınızı görüyoruz. Bizlere dünya barışı kardeşliğiyle ilgili neler söylemek isterdiniz? 

İHG: Çok önemli bir ana parmak bastınız. İstanbul dünya şehri. Napolyon diyor ya: “Dünya bir devlet olsa başşehri İstanbul olmalı.” Yine La Martini diyor ki: “İnsanın dünyaya bir kere bakmaya ruhsatı olsa onu İstanbul için kullanmalı.” Şu Parisli şairin İstanbul hayranlığını düşünün. Ben bu şehri çok seviyorum! Doğduğum şehir Trabzon da çok güzeldir. Ancak İstanbul tüm bunları kucaklayandır. Ben de “Benim İstanbul’um” adıyla bir sergi açtım ve bu güzel şehri birçok açıdan tuvallere yansıtmaya çalıştım. Bu önemli sorunuz için bir de şunu söyleyeyim: Benim resmi branşım tarihtir ama biz sanatçılar tarihin en çok sanat, medeniyet, insani yaşama, toplum ilişkisi, birlikte yaşayabilme ruhu üzerinde yoğunlaşırız. Mümkünse savaşlar üzerinde durmayız! Hatta bir olup bundan sonra dünyadaki tüm savaşları ortadan kaldırmalıyız! İşte tam burada bizden çok batılı sanatçılara çok işler düşüyor! Bizler de o bilinçle yürürsek olumlu sonuçlar elde ederiz diye düşünüyorum.  

FKÇ: Hem ressam hem şair olarak; şiirini yazdığınız ve resmini yaptığınız eseriniz var mı? Bizlere bu eser- eserlerle ilgili neler söylemek isterdiniz. 

İHG: Bak bu iyi bir soruydu. Var aslında Benim İstanbul’um resimlerinin her birini yaparken: Bu Şehr-i İstanbul ki, İstiklal Haktır, Aynadaki İstanbul, Kartallar Yüksek Uçar ve birçok resmin şiir karşılığı hep oldu… Hatırladığım şiirler: İstanbul Defteri, Varoşun Merdivenleri, Ey Şehir, İstanbul Diye, Mistik Metal… Her biri resim ile şiir hemen hemen birlikte çıkmış eserlerdir. 


FKÇ: Eserlerinizi özgürce ifade edebiliyor musunuz? Kendinizi baskı altında hissettiğiniz oluyor mu? Dilediğiniz her konuyu resme taşıyabileceğinizi ya da taşıdığınızı söyleyebilir misiniz? 

İHG: Bir boyutuyla evet, özgürüm ve kendimi ifade edebiliyorum… Ama bir boyutuyla bu insanî olarak tam mümkün değil… Bir cümlem vardı: “Acıyın bana, milyarlarca hayal kuruyorum da bu kadar hayalimi 29 harfle yazmaya çalışıyorum” diye… Yine, “acıyın bana sonsuzca düşler yoruyorum da onları yedi renkle yorumlamaya çalışıyorum…” Bunun dışında toplum baskısı olarak bir ifade kullanmak istemem. Çünkü edebiyatın edebi sanatçı için zaten önemli olmalıdır. Bende sanatçı öncüdür. Toplumu mükemmele taşımak için yürüyendir. Onun yolu hep güzele, yüceye ve sonsuzadır.

FKÇ: Resme merakı olan yeteneği olan gençlere evrenselliği yakalayabilme adına neleri söylemek istersiniz?
 
İHG: Önce içlerine dönmeliler. İçlerindeki cevheri keşfetmeliler. Her bir gencin içi sonsuzlarcadır. Orada yol alıp cevherlerini keşfetmeleri başarıları için elzemdir. Tabii ki usta- çırak ilişkisi önemlidir. Önce kendi ruhunu mümkün olduğu kadar tanımalı, iç dünyasının o kudretini hissettiği an yakından uzağa, millilikten evrenselliğe incelemeye başlamalı. Karar vermiş olmamalı, doyumsuz olmalı, hep almalı! Ne almalı? Hangi sanat dalında yürüyecekse onun kararını verip onun ülkemizdeki, bölgemizdeki, dünyadaki, hatta tarihteki tüm yansımalarını- değerlerini bilmeli, incelemeli, almalı. Almaktan korkmamalı. Sonrada onları harmanlayıp yoğurabilmeli. İşte ustadan onu öğrenmeli. Sabretmeli, direnmeli, gayretinde inat etmeli. Başarısız olması mümkün değil. 

FKÇ: Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz.

İHG: Güzel sorulardı, sohbet güzeldi. Kendimi anlatabilme fırsatı verdiğiniz için asıl ben çok teşekkür ederim.

Yorum Gönder

0 Yorumlar

Close Menu