Sanayi devrimi ile
başlayan insan iş gücü makineler karşısında git gide zayıflamaya ve rağbetten
mecburiyete dönen bir süreç yaratmıştır. Makinelerden önce insan iş gücüne
duyulan ihtiyacın azalmasına neden olan makineleşme insanların da çalışma
şartlarında zorluğa neden olmuştur. Mecburiyet ve ihtiyaç hiyerarşisi insanı
çalışmaya zorlamıştır.
Kapitalizm insana
ihtiyacı olmayan ürünleri ihtiyacı varmış algısı yaratarak insanların alış
veriş yapmasını sağlamış bu sayede insanlar daha fazla alabilmek için daha
fazla çalışmak zorunda kalmışlardır. Günümüzde de sistem aynı olsa da Gorki’nin
bahsettiği bir devrim ve bir devrin hikayesi de aynıdır.
Maksim Gorki’nin 1906’da sürgünde yazdığı romanı Ana,
toplumcu gerçekçilik akımının başyapıtlarından biri olarak kabul edilir. Rus
proletaryasının Çarlık Rusya’sına karşı verdiği devrimci mücadelenin romanıdır.
1905-1917 yılları arasında Rusya’nın sosyolojik ve toplumsal gerçeklerini de
gözler önüne seren eser, bir fabrika işçisi olan Pavel’in mücadelesini
annesinin de desteği ile nasıl büyüttüğünü göstermektedir. Elbette bu çıkış
belki de 1917 Ekim Devrimini de tetiklemiş olabilir. Bunu en iyi şekilde
kitabın özeti ile görmemiz gerekiyor.
ÖZET
Pelageya gelenekçi, çarına ve dinine bağlı bir kadındır.
Kocası (Mihail Velasof) sabah işine giden ve eve döndüğünde de karısını döven
acımasız bir adamdır. Aslında onun acımasızlığı ve karısını dövmesi zalim bir
kişi olduğundan değil sanayi çarkının dişlileri arasından çıkamayışındandır.
Nitekim o dönem fabrikada çalışan işçilerin hemen hemen hepsi aynı şekildedir.
Yapabilecekleri bir aktivite veya farklı bir yaşam standartları oluşturma
durumları yoktur ve bu kişiler ya ailesiyle tartışarak ya da içki masalarında
sabahlayarak hayatlarını sürdürürler.
Pelageya’nın kocası ağır bir hastalık sonucu iyileşemez ve
bir sabah fabrika düdüklerinin işbaşı sirenleri ile yatağında vefat eder.
Geriye bir ana, bir oğul kalırlar. Oğlu Pavel henüz 14 yaşlarındadır. Ve o da
babası gibi fabrikada çalışmak zorundadır.
Gençliğinin verdiği erkeksi tutumu ve babasının yokluğu Pavel
için yeni bir hayatın başlangıcını yaratmıştır. O artık yeni bir arkadaş
çevresi edinmiş ve kendisine idealist bir yaşam mücadelesi seçmiştir. Fabrikada
kendisi ile birlikte çalışan arkadaşlarıyla ( Nataşa, Vesofçikov, Andre, Fedya)
sık sık toplantılar yapmakta ve bir başkaldırı hikâyesini birlikte yazmaya
başlamışlardır.
Anne Pelageya oğlunun bu tutum ve davranışlarından korkuyor
ve devlete karşı başına iş almasından çekiniyordur. Oğlunun ve arkadaşlarının
sisteme başkaldırı içinde olmasını istemiyordur. Fakat Pavel ve arkadaşlarının
başkaldırı çarkı hızlanmaya başladıkça çevrelerini de etkilemeye başlamışlardı.
Başka işçiler sık sık pankartlar asmaya başlayınca işverenler tarafından iyice
sinir bozucu bir hal almaya başlamıştı. Pavel ve arkadaşları da artık herkesin
diline düşmüş ve göze batmaya sebep olmuşlardı. Nitekim jandarma tarafından
hepsi takibe alınmıştı.
Kısa bir süre sonra Andre yakalanarak cezaevine gönderildi.
Pavel’in mücadelesi günden güne büyüyor ve çevresi tarafından adeta güvenilir
bir isim olarak tanınırlığı artıyordu. Elbette işverenler bu duruma dayanamıyor
olsa da Pavel’in en büyük hayranı da bir kenarda onu izliyordu. Bu hayranı
annesi Pelageya’dır. Anne oğlunun ciddi ve istikrarlı mücadelesine saygı
duymaya başlamıştı.
Halkı kışkırtan ve örgütlenme faaliyetlerinde bulunan Pavel’i
jandarma cezaevine göndermiştir. Artık geride bildirileri ve broşürleri
dağıtacak kimse kalmamıştır. Bu bildirileri bir şekilde fabrikaya sokmalı ve
insanlara ulaştırmalılardı. İşte şimdi “ana” görevi devralmak zorundaydı ve
oğlunun yarım kalan mücadelesini sürdürmeliydi.
Zorlu ve haklılığın verdiği kararla artık ana sahada ve aktif
görev alarak bu kutlu davayı sürdürmeye başlamıştı. Pavel ve arkadaşlarının
“kardeşliğin gücü” adına yaptığı mücadeleler hem cezaevinde hem de dışarıda
sürekli gözetleniyor suçlu gördükleri herkesi hapse atıyorlardı.
Mahkeme günü Pavel’in konuşması herkesi etkilemiş olmasına
rağmen mahkeme heyetinin umurunda bile olmamıştı. Onu ve arkadaşlarını
Sibirya’ya sürgün kararını vermişlerdi. Ana ise oğlunun konuşma metnini
bastırıp insanlara dağıtmak için yola düşmüştü. Trene bindiğinde yine sivil
polislerin gözetiminde olduğunu anlamıştı. O sivil Pelageya’yı hırsızlıkla
suçlamış ve insanların başına toplanmasına sebep olmuştu. Pelageya ise hırsız
olmadığını söylemeye ve tek davasının haksızlıklar karşısında mücadele etmek
olduğunu söylemişti. Pelageya’nın bu konuşması daha da kalabalığın toplanmasına
neden olmuştu. Jandarmalar bu kalabalığı vura kıra halka konuşan kadının yanına
gelmişler ve ona susmasını söylemişlerdi. Ana ise konuşmasına ve oğlunun
mücadelesinin haklılığını anlatmaya devam ediyordu. Jandarmalar ise anaya
hunharca vuruyor acımadan işkence ediyorlardı. Aldığı darbelere dayanamayan
yaşlı kadın davası uğruna can vermişti. Ve son sözünü kapitalist rejimin alçak
uşaklarına karşı söylemişti; “Siz zavallısınız!”
YORUM
Hak ve özgürlük mücadelesi insanın doğasında olduğu kadar
insanın insanı elinde tutma isteği de bir o kadar vardır. Eser sürükleyici
konusu ve derin bir mücadelenin öyküsü gibi sizi alıp SENDİKA hayatının
temellerine kadar götürüyor. Ezilen halkların başkaldırısı ile ortaya çıkan bir
mücadele bizi insan olmanın erdemini anlatıyor. Fakat feodal yapının karşısında
(doğrusu) bir benzeri olan kölelik sistemini de sorgulamamız gerekmektedir.
İnsan para karşılığı kölelik mi yapıyor? Sanırım bu sorunun cevabı göreceli
olduğu için tartışma konusu doğuracaktır. Bence emeklilik geç kalınmış bir
özgürlükten ibarettir.
İÇERİKTEN
-
Biz
kimseye kötülük etmedik ve etmeyeceğiz anne; ama cezaevleri bizi bekliyor, bunu
bil.
-
İnsan,
kendi ailesine bakarken, arkasında kalanları veya başkalarını iyi göremiyor
işte…
-
Bir yuva
yıkıldıysa milletin içinden daha çok yuvalar çıkar. Yuvalar ne kadar çok olursa
millet de kurtulur.
0 Yorumlar
BU KONU HAKKINDA FİKİRLERİNİ YAZMAK İSTER MİSİN?