Bu eser YZY ( Yeni Zamanlar Yayınları) tarafından Ömer
Rıza Doğrul’un 1948-1949 yılları arasında sahibi olduğu SELÂMET mecmuasında
yayınlanan köşe yazılarının derlenmesi ile ilk defa kitap haline getirilmiştir.
Ömer Rıza Doğrul, araştırmacı yazar ve Türk Siyasetçidir.
Özellikle İslam ve diğer dinler üzerinden yazdığı eserlerle ve onlarca önemli
eserlerin çevirilerini yapmakla tanınır. Ayrıca Mehmet Akif Ersoy’un kızı
Cemile ile evlenmiştir. Ne ilginçtir ki Ömer Rıza ile Kayınpederi arasında çok ciddi benzerlikler bulunmaktadır. İkisi de Milletvekilliği yapmışlardır, ikisi
de Mısır da yaşamış Türkiye’de vefat etmiştir ve ikisi de Kayınpeder-damat
olmalarına rağmen çok iyi dostlardır.
Ömer Rıza, 14 Mayıs 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’den Konya milletvekili seçildi. Milletvekili iken Cumhuriyet gazetesinde, daha çok Ortadoğu ve İslâm ülkeleri hakkındaki inceleme ve gözlemlerine dayanan “Komşu Memleketlerde Olup Bitenler”, “Günün Olayları”, “Pakistan Mektupları” ve “Seyahat İntibaları” gibi ana başlıklarla siyasî yazılar yayımladı. Bu makalelerinde Türkiye’yi diğer İslâm ülkelerindeki inkılâp hareketlerinin önderi olarak gösteren yazar, daha o yıllarda dünyadaki Doğu ve Batı bloklarına karşı İslâm cephesi adıyla üçüncü bir cephe oluşturulması fikrini savundu. İslâm ülkeleri arasındaki iş birliği ve Türkiye’nin bu iş birliğindeki rolü üzerinde durarak İslâm birliğinin İslâm ülkelerinin yanlış tutumları yüzünden sağlanamadığını göstermeye çalıştı. Doğu ülkelerinin çeşitli meselelerini ve Türk inkılâbının bu ülkelerde yaptığı yankıları tahlil etti; o ülkeler için kurtuluş çarelerinin neler olabileceğini söyledi, özellikle Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesinde müslümanların rolünü ortaya koydu. İslâm ülkelerindeki ilim ve devlet adamı dostlarına, sürekli olarak Türk ve Arap ülkeleri arasındaki dostluğun önemini ve geliştirilmesi gerektiğini anlattı. O dönemde Arapça bilen ve İslâm dünyasını yakından tanıyan Türk gazetecilerinin basın hayatından çekilmiş bulunmaları Ömer Rıza’nın yazılarına ayrı bir değer kazandırmıştır.
Ömer Rıza, Büyük Millet Meclisi Dış İşleri
Encümeni’nde de görev almıştı. İslâm ülkeleriyle kurulan ilişkilerde onun
bilgisinden istifade edildi. Bu arada Türk-Pakistan Kültür Cemiyeti’ne başkan
seçildi. 1951’de Pakistan’da yapılan İslâm Kongresi’ne katıldı. Hayatını
kalemiyle kazanan nâdir yazarlardan biri olan Ömer Rıza, uzun süren bir
hastalık döneminden sonra 13 Mart 1952’de İstanbul’da öldü; mezarı Edirnekapı
Şehitliği’ndedir.[i]
Eser İçeriği
Eserin genel konusu ilk Filistin –İsrail savaşını
sıcağı sıcağına anlatmasıdır. Günümüzde yaşanan mevcut savaş hala devam etmekte
olsa da 1948 yılında yaşanan ilk savaşı anlamak son savaşı daha iyi anlamamızı
sağlayacaktır. Bu merakla kulaktan dolma bilgiler yerine bizzat o günü yaşamış
ve yazmış bir yazardan okumak çok daha önemli ve doğruydu. Bu bilgiler ışığında
kitap içeriklerinden alıntılar aktararak kitabı okumayan veya o güne kısa bir
bakışla bilgi edinmek isteyen kişilere kaynak sağlamış olacağım.
Bilindiği üzere en büyük yanlış bilinen bilgilerden
biri de Filistin’in İsrail’e toprak sattığı meselesi sürekli ortada
dolaşmaktadır. Oysa işin iç yüzü, yüzün en karası alçak İngilizlerin oyunu ile
başlıyor her şey. Bu konu şu şekilde açıklanmaktadır;
“Evet, İngiltere Birinci Dünya Harbi sırasında bir
Balfor beyannamesi çıkarmıştı. Bu Balfor beyannamesi mütecaviz Siyonizmi
Filistinin başına musallat etmiş ve İngiltere elinden gelen her yardımı yaparak
Siyonistleri Filistine yerleştirmiş, sonra onlardan ihanet görerek otuz yıl
süren bir yardımdan sonra Filistini bırakıp gitmişti. Demek ki, İngiliz
mandasının vazifesi Siyonistleri Filistine yerleştirmekti. Bunu yaptıktan sonra
iş, Siyonistlere kalmıştı. Onlar da yeni yardımlar bularak burasını kasıp
kavuracaklar, burasını tam bir Siyonist yurdu yapacaklardı. On beş asırdır
burada yaşayan Arap, mahvolacakmış, kimin umurunda!. Siyonizmin servet ve
finans alemindeki hakimiyeti yok mu, işte o molozu tatmin etmek kâfi! Ve o
molozun ağzına üç yüz bin Arap kurban olarak atılmıştı! Ne yazık ki, batı ve
doğu bu Molozun ağzına bu kadar kurban atılmasını sevinerek karşıladı ve İsrail
devletini benimsedi. “
Yani günümüzle karşılaştıracak olursak İngilizler İsrail
Kanserini bölgeye enjekte ediyor fakat kanser büyüdükçe de kontrolden çıkmış
oluyor. İngilizlerin bölgede silahlı ve sert güçleri sayesinde Filistin’e
yerleşen İsrail halkı gerek kışkırtarak gerek tedhiş ederek (zorla ve güç
kullanarak) yerinden etmiş kızlarına tecavüz ederek, çocukları katlederek yer
almışlardır.
Evet toprak satanlar olmadı mı, oldu elbette… Tıpkı
Suruç’ta, Nizip’te olduğu gibi… En yüksek fiyatı isteyenlere “ Bu fiyata olur
mu daha fazlasını vereceğiz” diyerek satış yapanları özendirmişler ve en yüksek
paralarla en basit yerleri dahi ele geçirmişlerdir. Elbette bu “Ya canınla ya
parayla satacaksın” dayatmasının bir sonucuydu.
İsrail en başta Balfor beyannemesine dayanarak ve
sözde kendilerine vaat edilen topraklar savsatası ile bölgeye yerleşerek
genişlemeye ve genişledikçe de gerçek sahiplerini yok etmeye başlamışlardır. Bu
süreçte göç etmek zorunda kalan Filistinliler ancak Suriye’ye sığınabilmişlerdir.
Bu konu şöyle geçmektedir;
“Gel zaman git zaman Filistin harbi başlamış ve Yahudi
tedhişi baş göstermişti. Filistinin Yahudilere ayrılan bölgesinde dört yüz elli
bin kadar Arap yaşıyordu ve Siyonistlerin ilk hedefi bunları ortadan
kaldırmaktı. Bunlar korkutulacak ve yerlerini yurtlarını bırakıp gidecek
olurlarsa Siyonistler bunların yerine yüz binlerce hemşerilerini yerleştirecek
ve Filistinin kendilerine ayrılan her tarafını Siyonistlerle doldurmuş
olacaktı.
Otomobilimiz ilerleye ilerleye Neyrebin kapısına
varmıştı. Barakaları ayıran geniş caddeden içeri girmiştik. Sağımız solumuz,
köylerini, topraklarını, evlerini barklarını bırakıp tedhişten kaçan ve
kurtulan Arap aileleriyle dolu idi. Yol boyunca bir sürü seyyar satıcılar alış verişle
meşguldüler. Evvela bir dispanserle karşılaşmıştık ki, vazifesi muhacirlerin
sıhhi durumu ile alakalanmak ve Haleb'i salgınlara uğramaktan korumaktı. Fakat
burası facialar yurdu idi. Çünkü burada şu veya bu şekilde bir kayıba uğramayan
kimse yoktu. Kimi ansızın ve gece yarısı baskına uğramış, emzikli çocuğunu
kucağına aldığı gibi yatağından fırlamış ve ızdırap kervanına katılmış, Fakat
bir kaç adım ilerleyerek aklı başına geldikten sonra kucağında taşıdığı şeye
dikkat etmiş, çocuğunu alacağına yastığını bağrına basarak kaçmış!.. Geri dönüp
dönmemek lazım geldiğini kestirememek yüzünden kopardığı feryatlar, ızdırap
kervanını bir lahza durdurmuş, fakat bir kimse de geri dönmeyi göze alamamış...
Çünkü geri dönmek, kurtarılabilen canı da tehlikeye koyması muhtemeldi”
Ayrıca Ömer Rıza, Filistinlilerin din kardeşliği
altında biz Türklere de hayıflanmalarına şu şekilde yanıt vermektedir;
— Siz bizim din kardeşlerimiz değil misiniz? Niçin
yardımımıza koşmadınız ve niçin bizi yalnız bıraktınız, diyenler vardır.
“Fakat acaba bu büyük ders Arap milletini yola
getirecek mi? Ona birliğin ve hakiki, samimi birliğin lüzumunu anlatacak mı?
Onu uyandıracak ve şerefli, büyük bir dâvayı yeniden benimsemeye sevk edecek
mi?
Bu bağlamda ve edindiğim bilgilerin ışığında kendim de
kendimden bir söz eklemeyi uygun görüyorum. Keza bu sözüme birçok kişi
kızabilir ve birçok kişi anlamaya da bilir ama ne yazık ki ben bu düşüncemde
sabitim;
“Ne Hamas umurumda ne Netanyahu, Ne Kudüs umurumda ne
Tel Aviv, Ne mescidi aksa ne de ağlama duvarı umurumda; öldürülen bir çocuk
kadar!”
0 Yorumlar
BU KONU HAKKINDA FİKİRLERİNİ YAZMAK İSTER MİSİN?