KAYIKLA BİR CEVELAN - YENİŞEHİRLİZADE HALİT EYÜP

 



Yenişehirlizade Halit Eyüp (1877-1902) İzmir'in tanınmış ailelerinden birine mensup olan Yenişehirlizade Mehmet Halit Eyüp, 1877 yılında dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini İzmir'de tamamladıktan sonra eğitimine özel hocalardan dersler alarak devam etti ve Arapça, Farsça, Fransızca ve İngilizce öğrendi. Maliye Nezareti Hukuk Müşaviriliği'nde müsevvidlik kadrosuna atanması üzerine İstanbul'a taşındı. Memurluk görevinin yanında Mekteb-i Hukuk-i Şahane'de hukuk eğitimine de devam etti. Halit Eyüp 1901 yılında Ahmet Mithat Efendi'nin kızıyla evlendi. Evliliğinden sadece bir yıl sonra verem hastalığına yakalanan Halit Eyüp 1902 yılında genç yaşta vefat etti

Halit Eyüp'ün ilk yazısı 1894 yılında Hizmet gazetesinde yayımlandı. Dini meseleler, hikâye, şiir, bilim tarihi gibi alanlarda yazdığı yazılar Hizmet, Ahenk, Şule-i Edep, Muktebes gibi farklı gazete ve dergilerde yer aldı. İstanbul'a taşındıktan sonra da yoğun bir şekilde yazmaya devam eden Halit Eyüp'ün bugün bilinen on bir adet eseri bulunmaktadır.

Başlıca eserleri: Gutenberg: Fenn-i Tab'ın Mucidi (Çeviri, 1984 ), Alp Dağlarında Temaşa ve Edvâr-ı Arz (Çeviri, 1987), İslâm ve Fünün (Makale, 1989), Goriller İçinde (Hikâye, 1898), Nermin (Roman, 1898), Kayıkla Bir Cevelan (Gezi yazısı, 1899), Bir Sahne-i Cinayet (Çeviri, 1901).

Arka kapak ve içerik özeti:

1901 yılında kaleme alınan Kayıkla Bir Cevelan, modern edebiyatımızda gezi türünün ilk örneklerinden biri olarak kabul edilebilir. Halit Eyüp, Kayıkla Bir Cevelan'ı kayınpederi Ahmet Mithat Efendi'nin Beykoz'dan İzmit Körfezi'ne kadar olan seyahatini anlattığı Sayyadane Bir Cevelan adlı eserini tamamlamak için yazmıştır.

Kayıkla Bir Cevelan, Beykoz sahilinden başlayıp Karadeniz kıyılarına, Riva deresi ve etrafındaki köylere yapılan dört günlük gezi notlarından oluşuyor. Bu eserde Halit Eyüp, Boğaz'da avlanan balıkçılardan köylülerin bayram eğlencelerine; Boğaz'daki deniz fenerlerinin tarihinden yiyecek içecek kültürüne dair bugün kaybolan ya da kaybolmaya yüz tutmuş pek çok etnografik ögeyi gözlemlerinin süzgecinden geçirerek aktarmıştır. Eserde, dönemin Boğaziçi sahil ve köyleri, doğal güzellikleri, insanları ve yaşantıları samimi ve içten bir anlatımla tasvir edilir.

Ben ne vakit insanoğlunun böyle bir kudretli eserini görsem kendi kendime bu soruyu sorarım: “Acaba insanlar zekâları kadar büyük olsalardı nasıl bir heybetli şekil alırlardı!..”

Ay, başımızın üstünde gökleri aydınlatan bir lamba gibi parlarken, dalgalar ayaklarımızın altında âşıkâne bir ezgiyle sahillerin kucağına atılırken biz gamdan, sıkıntıdan, gürültüden kurtulmuş bir hâlde o çok kere bütün bir hışım ve gazabıyla, büyüklüğünden köpüre köpüre göklere çıkan Karadeniz'e karşı hakaret eder gibi ayaklarımızı uzatarak rahat ve huzur içinde uyuduk.

Hele zavallı tabancıklarım hâlâ mı hâlâ sızlıyor. Bu sefer tabanlara verdiğimiz zahmet, vaktiyle mahalle mekteplerindeki falaka, değnek acılarından da baskın çıktı. Ah, bu pek sabırlı ayaklar! Her kabahat kafadan çıkar, beyinden gelir de cezayı böyle ayaklar görür... Atalardan kalma bir söz: “Akılsız başın zahmetini taban çeker” sözü ne kadar doğrudur!

 

Yorum Gönder

0 Yorumlar

Close Menu