Ahmet Midhat Efendi’nin
hakkında bilgilere detaylıca hemen hemen her eserinde yer verdiğim için bu
eserinde yazma gereği görmüyorum. Onun sonsuz bir derya, sonsuz bir umman
olması hiç bitmesin denilen bir rüya gibi olduğunu söylemeliyim. Bu dünyada
bulduğum en büyük hazine Ahmet Midhat Efendi’dir. İşte bu hazine kutusundan
GÖNÜLLÜ isimli bir eser daha çıktı.
Gönüllü 238 sayfadan 21
bölümden oluşan TDK (Erol ÜLGEN) tarafından titizlikle hazırlanan bir eserdir.
İlk olarak Tercüman-ı Hakikat gazetesinde derç olunmuş ve daha sonra
kitaplaştırılmıştır. Konusu Milli Roman olarak geçen eser Yunan- Osmanlı
sorunlarına ışık tutmaktadır. Dönemin siyasi ve askeri konularını Recep Köso
üzerinden işlemekte ve tarihi kaynak niteliği taşımaktadır.
KONUSU
Rumeli taraflarında halk
tarafından sevilen Kahramanoğlu Mehmet Bey vardır. Kahramanoğlu Mehmet Bey
yılın belli zamanlarında buraya gelir ve halk onu neşe ile karşılar. Onun
gelmesi bütün halkta sevince neden olur. O geldiği zaman çingeneler raksa
başlar, halk kuzular, hindiler, kazlar keser. Herkes hep birlikte yer içer ve
eğlenir.
Buranın halkının en önemli
eğlencelerinden biri de yedikleri kuzunun kürek kemiğinden fala bakmaktır. Yemekler yenilir etler sıyrılır ve kalan
kürek kemiği sofranın beyi tarafından havaya kaldırılır ve uygun gördüğü kişiye
uzatılır. Kemiğin uzatıldığı kişi sofranın güngörmüş kişilerinden olması
gerekir.
Kahramanoğlu Mehmet Bey de
kemiği o güngörmüş yollar arşınlamış ihtiyarı Ömer Neşo’ya uzatır. Ömer Neşo
kemiği eline alır. Evirir çevirir o yana bu yana bakar… Sofradakiler Ömer
Neşo’nun iyi şeyler söylemeyeceğini anlarlar.
Nihayet Ömer Neşo konuşur;
-
Cenk var! Elinizdeki mermileri eğlence için
boşuna yakmayın. Askerler görüyorum. Kadın kız, genç yaşlı demeden hepsinin
peşinde askerler var. Geçtikleri yeri yakıp yıkıp yok ediyorlar.
Sofrada
bulunan herkes korkmuştur. Kimse böyle bir fal beklemiyordu. Sofrada bulunan aklıselim
bir adam “Peki bu kuzu nerelidir?” diye sorar. Bu adam Recep Köso’dur. Kuzuyu
getiren Kahramanoğlu Mehmet Bey “ Yenişehirlidir” diye cevap verir. Recep Köso
“O zaman bu cenk Yenişehire gelir. Bize gelmez” diyerek herkesin rahat bir
nefes almasını sağlar.
Herkes
rahat bir efes alır almasına da o gece Recep Köso uyuyamaz. Acayip rüyalar ağır
karabasanlar içerisindedir. Garip çığlıklar duyuyor fakat yerinden kalkamıyor.
Bir kadın “Recep bizi kurtar, oğlumu kurtar” diye feryat ediyor. Bu kadın
arkasında Yunan bir asker tarafından zapt edilmiş bir vaziyette yatağında yatan
Recep’ten yardım dilemektedir. Recep her şeyi ayan beyan görüyor fakat kımıldayamıyor.
Bu kadın Flomene’dir.
***
Eser
burada kalıp Recep Köso ve Flomene’nin yaşadığı macera ve zorluklarla dolu
hayatına geçiyor. (Yani bu eserin okunulması için o bölümle ilgili yorumlarımı
yazmayacağım. Merak ettiyseniz kitabı temin ediniz. Ne müthiş tarihi bilgiler
ve Recep ile Flomene hikâyesi var ki… Hayran kalmamak elde değil)
Yine
de kısaca değinmek istiyorum;
Recep
Köso komşu kızı olan Hiristiyan Flomene ile aşk yaşamaktadır. Babası Sonkur
Yankos bu iki aşığın evliliklerine müsaade etmez ve kızını Recep’ten gizlice
kaçırarak bir manastıra yerleştirir.
Recep
ne yapar eder o manastırı bulur ve gizlice 3 hafta kadar Flomene ile birlikte
beraber yaşarlar. Bir gece Recep kasabaya inmek zorunda kaldığı bir sırada
Flomene’in babası kızını oradan alır ve bilinmeyen bir yere götürür. Recep ne
kadar aramış olsa da izini bulamaz ve mecbur kaderine razı olur. Annesinin
uygun gördüğü başka biri ile evlenir.
Osmanlı
Yunan arasında günden güne artan sorunlar Recep Köso ve ailesini evlerinden yurtlarından
taşınmalarına sebep olur. Kendilerine Yenişehir’de yeni bir hayat kurarlar ama
vatan muharebesi söz konusu olduğu için Recep daha fazla duramaz ve orduya
gönüllü olarak katılır.
Ordu
içerisinde gönüllü bir birliğe gerek duyulmadığından Recep ve 10-15 kişilik
gönüllüler geri gönderilmek istenir. Recep vatanperver bir delikanlı olduğu
için kendisinin de bir görevde değerlendirilebileceğini söyler. Kumandanı Müşir
Paşa bu delikanlıya daha fazla karşı koyamaz ve ona “ 3 hafta sakalını kesme ve
sonrasında yanıma gel” der.
Recep,
3 hafta boyunca sakalını kesmez ve resmen başka bir kılığa girmiştir.
Kumandanının yanına geldiğinde kumandan yüzbaşıyı çağırır ve ona “ Recep
görevden alınmıştır. Ordumuzun gönüllüye ihtiyacı yoktur. Sağ salim buradan
çıkmasına yardımcı olun” der ve Recep’i gönderirir. Aslında Müşir Paşa
yüzbaşıdan önce Recep’le konuşmuş ve Recep’e Yunan tarafına girerek ajanlık
yapmasını ve kuralları söylemiştir. Recep ajanlık görevini öyle başarılı
yapmıştır ki Osmanlı ordusuna çok büyük katkılar sağlamıştır.
***
Osmanlı
ordusu büyük bir başarı ile Yunan birliklerini dağıtmayı başarmıştır. Bir evin yanından geçen Recep pencereden aşağı
atılmak üzere olan bir çocuğu ve çocuğu arkasından bağıran bir kadını görür.
Kadın “ Yetiş Osmanlı, Allah için evladımı kurtarın” diye feryat eder.
***
Bir
muhteşem eserin daha sonuna gelmiş bulunmaktayım. Harika bir eser ve
sürükleyici konusu ile her satırında bir ibret bulunmaktadır. TDK’ye ne kadar
teşekkür etsem azdır. Bu muhteşem eserleri bizimle buluşturduğu ve gün yüzüne
çıkmasında emek verdikleri için.
KÜÇÜK
BİR ELEŞTİRİ
Kitabın
iç künye kısmında kitap ismi TAAFFÜF olarak yazılmıştır. Oysa Taaffüf başka bir
roman olmakla beraber sitemizde de bulunmaktadır. Diğer bir husus ise güzel
çalışması ile başarılı bulduğum Dilek Şerbetçi hanımefendinin kapaktaki
resimlerinde dikkatimi çeken detaylar olmuştur. Mesela evlerin çatısında
bulunan antenler ile kitabın konusu arasında nasıl bir bağ kurulmuştur çok
merak ediyorum.
Küçük
Bir İtiraf;
Evet,
camdaki kadın Flomene’dir. Ve camdan atılacak olan çocuk Marko (Osman Halis)
yani Recep’in öz oğludur.
Flomene
ile Recep arasında geçen bir konuşma;
-
Sizi buraya Hak Teala hazretleri gönderdi.
İki dakika daha gelmemiş olsaydınız. Oğlum da ben de katlolunmuş gitmiştik
bile..Sizi buraya Allah gönderdi, Allah! Hem de Müslümanların Allah’ı… Recep
Köso’dan öğrendiğim Allah!
-
Evet Flomene! Sevgili Flomene! Recep Köso’dan
öğrendiğin Allah gönderdi. Hatta işte o Allah-ı zülcelal sana Recep Köso’nun
kendisini de gönderdi!
“Herkes başkalarının işlerine sarf eylediği zihni kendi umûr-ı zâtiyyesine sarf eylemiş olsaydı dünyada bed-baht ve sefil kimse kalmazdı.”
0 Yorumlar
BU KONU HAKKINDA FİKİRLERİNİ YAZMAK İSTER MİSİN?