YORUM: ERGÜN BİLGİ
"Son Kitap"
listemde
"AŞK" tan Geriye Kalanlardan
Bir Demet...
Nehir ve göl arasındaki farkı vererek
başlar. İlk paragrafta; “Bir taş nehre düşmeye görsün, pek anlaşılmaz etkisi.
Hafiften aralanır, dalgalanır suyun yüzeyi. Belli belirsiz bir tıp sesi çıkar;
duyulmaz bile akıntının ortasında, kaybolur uğultuda. Hepi topu budur olduğu
olacağı…
“Ama bir de göle düşsün aynı taş… Etkisi
çok daha kalıcı ve sarsıcı olur. O taş var ya o taş durgun suları savurur.
Taşın suya değdiği yerde evvela bir halka peyda olur; halka tomurcuklanır, ol
tomurcuk çiçeklenir, açar da açar, katmerlenir. Göz açıp kapayıncaya kadar,
ufacık bir taş ne işler açar başa. Tüm yüzeye yayılır aksi, bir bakmışsın ki
her yeri kaplamış. Çemberler çemberleri doğurur, tâ ki en son çember de kıyıya
vurup yok oluncaya dek.”
“Nehir alışkındır karmaşaya, deli dolu
akışa. Zaten çağlamak için bahane arar ya, hızlı yaşar, çabuk taşar. Atılan
taşı içine alır; benimser, sindirir ve sonra da unutur kolaylıkla. Karışıklık
onun doğasında var, ne de olsa. Ha bir eksik ha bir fazla.”
“Gel gelelim göl hazır değildir böyle
aniden dalgalanmaya. Tek bir taş bile yeter onu alt üst etmeye, tâ dibinden
sarsmaya. Göl taşla buluştuktan sonra bir daha asla eskisi gibi olmaz, olamaz”
Sözleriyle giriş yapıyor roman içinde romana Elif Şafak.
“Aşkmış meşkmiş, ne gam! Ne önemi var?
Aşk dedikleri, Ella’nın öncelikler sıralamasında gerilerde bir yerde kalmıştı
çoktan. Ancak filmlerde olurdu aşk. Ya da hayal ürünü romanlarda. Bir tek
oralarda esas kız ve esas oğlan ölesiye sevebilirdi birbirlerini, masallardan
süzülmüş efsanevi bir tutkuyla. Ama hayat, hakiki hayat ne filmdi, ne de
roman.” Sözleriyle Ella’nın sıradan yaşamına vurgu yaparak sunuyor kadın
kahramanı…
Aslında romandan ziyade öykü, deneme
kitaplarına daha çok ilgi duysam da zaman zaman okuduğum romanlar da oluyor. Bu
romanlardan biri de dokuz yüz elli bin baskıyı geçmiş olan Elif Şafak'ın “Aşk”
romanıydı. Nazan BEKİROĞLU’nun şu an okuduğum “Nar Ağacı” adlı kitabından
önceki kitap bu. Amerikalı bir kadının Mevlana'yı tanımasının ele alındığı
kitabın merkezinde Şems yer alıyor aslında. Roman içinde roman diyebileceğimiz
kitapta Ella adındaki orta yaşlı, evli, zengin ve düzenli bir hayatı olan
Amerikalı kadın iş arayışına giriyor ve bir yayınevinde editör asistanı olarak
iş buluyor.
Okumayı seven Ella, Aziz
Zahara adında bir yazarın tasavvuf felsefesini konu olan “ Aşk Şeriatı”
adlı Şems'i, Mevlana’yı ve 1200’ lü yılları,Tebriz’i, Bağdat’ı, Konya’yı.. konu
alan tarihi bir romanı okuyup değerlendirme işine zevkle başlıyor. Ella için
ilk başta basit bir iş gibi görünse de romanı okudukça etkisinden kurtulamıyor;
roman ve yazarı Ella’nın hayatında farklı değişikliklere yol açıyor. Bu kitap
sayesinde kadın, aşkı yeniden keşfediyor ve bu aşkın peşinden uzun bir
yolculuğa sürüklenmek zorunda kalıyor.
Kırklı yaşlarını bitirmeye yaklaşmış, üç
çocuk annesi evli bir Amerikalı kadın olan Ella’nın yaşamı aslında birçok
kadının yaşam tarzı olan ev, aile, çocuklar ve mutfak arasında geçen bir
hayattır. Kutsal bir müessese içinde sıradanlaşan bir yaşamın içinde, sıradan
bir insan ve rutin görevleri dışında tüm heyecanını yitirmiş olan bir
kadının; problemleri de artık kanıksayıp normal gördüğü yaşamına “Aşk
Şeriatı” romanı ve Şems’in kişiliğinin tezahürü olan yazar Aziz Zahara’nın
gizemli kişiliği yön vermeye başlıyor. Kitabın konusu ise Mevlana ve Şems-i
Tebrizi’nin ilahi aşkıdır. Ella da dâhil hiç kimse kitabın yazarı Aziz Zahara
hakkında hiç bir şey bilmese de Aziz Zahara aslında Fas’ta Baba Samed denilen
bir tekke mürşidinin etkisiyle sufi olan ve Aziz Zahara ismini de oradan alan yazardır.
Aşk romanının içindeki bu romanda Şems-i
Tebrizi dolaşmakta ama içindeki bir ses adını ve adresini bilmediği bir
gönüldaşının olduğunu söylemektedir. Diğer yerler ve Bağdat’ta bir müddet
dolaşıp durur. Gönüldaşını bulmak için bir imtihan yaşadığının ve çile süresi
gerektiğinin bilincindedir. İçindeki seslere kulak vererek uzun yolculuğa
çıkar. Bu yolculuk öncesi Kadı Burhaneddin’in Şems’i ima eden, zaviyede bulunan
Baba Zaman’a yazdığı mektup da önemli rol oynar. Dönüşü olmayan bir yola
çıktığının bilincinde olan Şems, Konya’ya yaklaştığında gönüldaşına yakın
olduğunu hissetmiştir. Bir süre Konya’da kalıp Mevlana hakkındaki halkın
bakışını öğrenen Şems, bir vaazdan çıkan Mevlana'yı atının üstünde görür.
Karşısına ilginç bir soruyla çıkar ve tanışırlar. Mevlana Şems’ten çok
etkilenmiştir. Şems’i bekleyen Mevlana, Mevlana'yı arayan Şems ile kavuşmuştur.
Şems Mevlana’nın hanesine yerleşir ve iki dost tüm vakitlerini birbirleri ile
sohbet etmekle, muhabbet etmekle geçirmeye başlamıştır. Bu dostluk çok ilerleyince
Mevlana müritlerini, ailesini ve iki oğlunu ihmal etmeye başlamıştır.
Mevlana'nın yakınları, müritleri ve özellikle oğlu Alâeddin, Şems'e çok kin
duymaktadır. Yapılan bazı dedikodulara da Mevlana’nın büyük oğlu Sultan Veled
çok kızar, babasıyla Şems arasındaki manevi bağı Hazreti Musa ile Hazreti
Hızır’ın yoldaşlığına benzetir. Şems’in ve Mevlana’nın dostluğu,
yakınlarının gösterdiği kıskançlık ve tepki yüzünden kesintiye uğrar.
Bir gün Şems aniden kaybolur. Şems'in
gidişine çok üzülen Mevlana tümüyle üzüntüye girer. Etrafından hiç kimseyle
konuşup görüşmez olur. Babasının üzüntüsünün nedenini bilen küçük oğlu Sultan
Veled, Şems'i aramaya başlar. Sonunda Şems'i bularak tekrar Konya'ya getirir.
Şems'in gitmesine sevinen Alaeddin, Şems'in gelmesinden üzüntü duymaya başlar.
Alaeddin’in Kimya ile olan aşkı hakkında duyduğu ümit de tekrar suya düşer.
Mevlana ile Şems'in dostluğu
Mevlana'nın etrafındakileri iyice huzursuz etmektedir. Mevlana’nın evinde
büyüyen, olağanüstü yetilere sahip hatta; Mevlana’nın ölen eşi Gevher Hatunla
konuşabilen Kimya da Şems'e âşık olmuştur. Fakat Şems ona dünya saadeti hiç
sunmamış ve kısa bir zamanda sevdasından ölmüştür. Oysa Şems, Kimya'daki bu
aşkı bir emare olarak görmektedir. "Her şeyin bir sevgiyle başlayacağının
bilinciyle" Kimya'yı ilahi aşka girmek için bulunması gereken emareye
sahip bir talip olarak görmektedir. Mevlana’nın oğlu Alaeddin de Şemsi
hiçbir zaman affetmemiştir.
Romanda Şems, kuralları hiçe sayan,
etraftaki düzene aldırış etmeyen, dini veya şeri kaidelere aldırmayan fütursuz
deli dolu bir derviş görünümü çizmektedir. Şems Mevlana’nın itibarını,
şahsiyetini, benliğini daha da olgunlaştırmak amacıyla onu dünyevi imtihanlara
tabi tutmakta hatta meyhaneden şarap bile aldırmaktadır. Mevlana müritleriyle
dini vecibelerini yerine getirip vaaz verirken Şems, sarhoşlarla, fahişelerle,
cüzzamlı, dilenci ve düşkünlerle de ilgilenmektedir. Şems ile Mevlana
arasındaki mistik aşk, Şems’in dönüşüyle tekrar gün yüzüne çıkınca cani asker
artık devreye girmiş, Şemsi öldürmek için aldığı paraya ve cinayet işleme
hususunda profesyonel olmasına rağmen Şemsi öldürmek için tereddüt gösterse de
Şems öldürülüp kuyuya atılmıştır. Bu caniyi tutan kişinin Mevlana’nın
oğlu Alaeddin olduğuna dair kuşkular uyanmıştır. Şems’in, “GÖNLÜ GENİŞ VE RUHU
GEZGİN SUFİ MEŞREPLİLERİN KIRK KURALI” adını verdiği, atlattığı her badireden,
kazandığı her tecrübeden sonra gönlüne not ettiği, zaman zaman silip yeniden
yazdığı kırk kuralı vardır. Tek tek yazılan bu kurallar artık tamamlanmıştır.
Şems’i korkutan şey ölüm değil, içine sığdıramadığı kelimeleri, bildiği
öğrendiği her şeyi, bütün ilmini kısacası; mirasını bırakacak kişiyi
bulamamaktır.
Ella’nın hayatı “Aşk Şeriatı” kitabının
yazarı lehinde dağılmış ve Konya’ya gelen Yazar Aziz Zahara’nın yanında bir yıl
kaldıktan sonra, hasta olan Zahara’nın ölümüyle yalnızlığa mahkum olmuştur.
Yuvasını dağıtan Ella’ya tek destek ise yine problemler yaşadığı kızından
gelmiştir. Beşeri aşkla ilahi aşkın bir sentezinin de göze çarptığı Şafak’ın
“Aşk”ını okurken beni ilgilendiren yazarın elbette kişiliği, siyasî ve aktüel
kimliği değil; sadece ne anlattığı, nasıl anlattığı ve edebi yönüdür.
0 Yorumlar
BU KONU HAKKINDA FİKİRLERİNİ YAZMAK İSTER MİSİN?